13 Mayıs 2013 Pazartesi

İDRAR KAÇIRMAK

İdrar kaçırma özellikle ileri yaşlarda sık rastlanan bir durumdurSıklıkla anatomik ve nörolojik nedenlere bağlıdır. . Önemli bir kısmı hapşırırken, ağır bir eşya kaldırırken, merdiven çıkarken idrar kaçırma şeklinde kendini belli eden anatomik nedenlere bağlıdır. Anatomik nedenler vaginal doğum yapanlar, çok doğum yapanlar, iri bebek doğuranlar, zor ve müdahaleli doğum geçirenlerde daha sık görülür. Nörolojik nedenler ise ileri düzeyde şeker hastalığı olanlarda sinir sistemi sorunu olanlarda görülür. Bu gruptaki hastalıklarda tuvalete yetişememe, veya farkında olmadan idrar kaçırma şeklinde şikayetler olur. Tanıda detaylı bir öykü alınır. İdrar yolu enfeksiyonu olup olmadığı Tam İdrar Tetkiki (TİT) ile değerlendirilir. Ürodinamik çalışma adı verilen test yapılır. Bu testte idrar kesesi sıvı ile doldurulur ve basınç ölçümleri yapılır. Bu şekilde idrar kaçırma nedeni bulunarak uygun ameliyat şekli ve ilaçlar tesbit edilir. Tedavide anatomik nedenlerin söz konusu durumlarda cerrahi yöntemler kullanılır. Pelvis tabanı denilen adele ve bağ dokuların desteklenmesi için değişik cerrahi yöntemler geliştirilmiştir. Mesane ve mesane boynunun onarıldığı Burch Operasyonu, Pereyra operasyonu, TVT gibi farklı operasyonlardan o kişi için uygun olan bir operasyon seçilebilir. Nörolojik nedenlere bağlı idrar kaçırmalarda mesaneyi rahatalatıcı ilaçlar kullanılır.

HİSTEREKTOMİ (RAHMİN ALINMASI)

Total Histerektomi: Rahmin tamamının alınmasıdır. Kötü huylu kitlelerde mutlaka yapılması gerekli olan şekildir. Subtotal Histerektomi: Rahmin boyun kısmı haricindeki ana gövdesinin alınmasıdır. Myom gibi rahmin iyi huylu kitlelerinde yeterli bir amelitay şekli olabilir. Rahim ağzında herhangi bir hastalık olmadığının Pap Smear denilen akıntı incelemesi ile önceden gösterilmiş olması gereklidir. Vaginal Histerektomi: Rahmin tamamının dölyatağı (vajina) yolu ile çıkartılmasıdır. Karında ameliyat izi olmaması avantajdır. Rahim sarkması olan kişilerde tercih edilen bir tekniktir.

11 Mayıs 2013 Cumartesi

endometriozis tedavisi

Endometriosis; üretkenlik çağındaki kadınları etkileyen ve nedeni tam anlaşılamamış bir hastalıktır. İsmini her ay adet kanaması sırasında gelişip dökülen ve uterus içini döşeyen doku olan endometrium kelimesinden alır. Endometrioziste endometrium benzeri doku uterus dışında, vücudun diğer bölgelerinde bulunur. Uterus dışındaki bu alanlarda endometrial doku gelişir. Bu büyümeler ağrı, kısırlık ve diğer problemlere neden olabilirler. Endometrial büyümelerin karıniçinde en sık bulunduğu yerler; yumurtalıklar, yumurtalık kanalları, rahmin bağları, rahmin dış yüzeyi ve karın zarı arasıdır. Bazen bu gelişimler; karında yapılmış olan ameliyatların kesi yerinde, barsaklarda, mesane üstünde, vajina, serviks ve vulvada bulunabilir. Endometrial gelişimler karın dışında da; akciğer , kol, kalça ve diğer lokalizasyonlarda bulunabilir; fakat bunlar yaygın değildir. Endometrial gelişimler genellikle kanserli dokular değildir. Normal bir dokunun olması gereken yerlerin dışında bulunmasıdır. Tıpkı uterus içinde olduğu gibi endometrial gelişimler adet dönemi hormonlarına cevap verirler. Her ay doku çoğalır, dökülür ve kanamaya neden olur. Rahmin içini döşeyen normal dokudan farklı olarak uterus dışındaki endometrial dokunun vücudu terketmek için bir yolu yoktur. Sonuçta; karın içine kanama, büyüme sonucunda gelişen doku ve kanın özellik değiştirmesi, etraftaki bölgelerde değişiklikler, ve sert bağ dokusu gelişir. Diğer komplikasyonlar büyümelerin lokalizasyonuna bağlıdır. Büyümeler patlayabilir (endometriosis yeni alanlara yayılabilir), eğer büyümeler barsakların içinde veya yanında ise yapışıklıklar gelişebilir, kanama veya tıkanma olabilir, idrar kesesi üzerinde ise idrar fonksiyonlarına mani olabilir veya diğer problemlere yol açabilir. BELİRTİLER Endometriosisin en yaygın belirtileri; adet dönemi öncesi ve sırasında ağrı (genellikle normal kramplardan daha şiddetli), seksüel aktivite sırasında veya sonrasında ağrı, kısırlık, aşırı veya düzensiz kanamadır. Diğer semptomlar; yorgunluk, ağrılı barsak hareketleri, periyotlar halinde alt karın ağrısı, ishal ve/veya kabızlık, ve diğer barsak bozukluklarıdır. Bazı endometriosisli kadınların hiçbir semptomu yoktur. Endometriosisli kadınların %30-40’ında infertilite görülür ve hastalığın ilerlemesine bağlı olarak ortaya çıkar. Ağrının şiddeti büyümelerin hacim veya büyüklüğü ile ilgili değildir. Küçük büyümeler prostaglandin denilen bir maddenin üretiminde aşırı aktif ise belirtiler şiddetli gelişebilir. Prostaglandinler vücut tarafından üretilen, çeşitli fonksiyonları olan ve endometriosisteki semptomların nedeni oldukları düşünülen maddelerdir. ENDOMETRİOSİS OLUŞUMU HAKKINDA TEORİLER Endometriosisin nedeni bilinmemektedir. Birçok teori ileri sürülse de hiçbiri tüm vakaları açıklayacak gibi görünmemektedir. Adet kanamasının geriye akması sonucunda endometrial dokunun karın içine yerleşmesi, endometrial dokunun rahimden vücudun diğer bölümlerine lenf veya kan yolu ile yayılması, bazı ailelerin genlerinde taşınması ileri sürülen olası nedenlerdir. TEŞHİS Laparoskopi bulunmadan önce endometriosisin teşhisi kesin olarak konulamamaktaydı. Laparoskopi ayrıca büyümelerin yerlerini, hacmini, ve boyutlarını belirler, doktor ve hastaya daha fazla bilgi verir ve uzun vadede gebelik ve tedavisi için karar verdirir. TEDAVİ Endometriosis tedavisi yıllar boyunca değişmiştir fakat henüz kesin bir tedavi bulunamamıştır. Histerektomi (rahmin alınması) ve overlerin çıkarılması kesin tedavi olarak düşünülebilir. Endometriosis ağrısı için çoğunlukla ağrı kesiciler reçete edilir. Hormonlarla tedavi yumurtlamayı olabildiğince uzun süre durdurmayı amaçlar ve bazen tedavi süresince ve tedaviden aylar hatta yıllar sonraya kadar endometriosisi remisyona sokar. Hormonal tedavi doğum kontrol haplarını, progesteron hormonu türevlerini, testosteron türevlerini (Danazol) ve GnRH agonistlerini içerir. Bazı kadınlar için hormonal tedavinin yan etkileri problem yaratabilir. Gebeliğin sıklıkla geçici remisyon sağlaması ve uzun vadede hastalığın infertilite ile sonuçlandığına inanıldığından dolayı endometriosisli kadınlara sıklıkla gebeliği ertelememeleri tavsiye edilir. Bununla birlikte endometriosis tedavisinde gebelik oluşturmak için çok sayıda problem vardır. Kişi, hayatındaki en önemli kararlardan biri olan “çocuk sahibi olma” konusundaki kararını henüz vermemiş olabilir. Çocuk sahibi olmak ve çocuk yetiştirmek için önemli olan (partner, mali geçim vb.) ögelere sahip olmayabilir. Diğer faktörler gebelik sürecini daha da zorlaştırabilir. Endometriosisli kadınlarda dış gebelik ve düşük yapma hızı artmıştır ve bir çalışmada onların daha zor bir gebelik süreci ve doğum geçirdikleri bulunmuştur. Bu çalışma ayrıca endometriosiste ailesel geçiş ve bağlantıyı göstermiştir.Endometriosisli kadınların çocuklarında endometriosis riski ve buna bağlı sağlık problemleri artmıştır. Organ koruyucu cerrahi –laparatomi veya laparoskopi ile implantları çıkartma ve tahrip etmeyi içine alır- yapılabilir ve bazı vakalarda semptomları giderip gebelik oluşmasına izin verebilir. Laparoskopiyle yapılan cerrahi (operatif laparoskopi olarak adlandırılır) hızla büyük batın cerrahisinin yerini almıştır. Radikal cerrahi olan histerektomi (rahmin alınması), tüm odakları ve yumurtalıkları çıkartma (sonraki hormonal stimülasyonu önlemek için) bazı kronik ve şiddetli endometriosis olgularında gerekli olabilir. Ne şekilde tedavi yapılırsa yapılsın hastalığın tekrar aktive olma olasılığı menopoza kadar yüksektir. Menopozun hafif veya orta derecedeki endometriosisin sonu olduğuna inanıldığından postmenopozal kadınlarda yapılmış olan araştırmalar azdır. ENDOMETRİOSİS HAKKINDA ÖĞRENDİKLERİMİZ Endometriosis şüphesiz kadınları etkileyen en anlaşılmaz konulardan biridir. Zaman geçtikçe endometriosis hakkında daha çok şey öğrenilmekte ve bu bilgiler, şu an için çürütülmüş olan geçmişteki tahminleri yok etmektedir. Önceleri endometriosisin çok genç kadınlarda görülmediği bilgisi verilmekteydi. Eskiden adolesan ve genç kadınların dismenoreye sessizce katlanmaları ve ağrı dayanılmaz boyutlara gelmedikçe pelvik muayene yaptırmamaları nedenli ortaya çıkmıştır. Ayrıca, geçmişte endometriosisin sıklıkla yüksek eğitim almış kadınları etkilediğine inanılırdı. Şimdi biliyoruz ki yüksek eğitim almış kadınların iyi medikal bakım almaları ve semptomların açıklamasını öğrenmek için daha inatçı olmaları bu bu inancın yerleşmesine neden olmuştur. Diğer bir kabullenme de endometriosisin örneğin kanser gibi öldürücü bir hastalık olmaması nedenli onun ciddi bir hastalık olmadığıdır. Bununla birlikte, endometriosisli birçok kadın ile onların günlük hayatı hakkında konuşulduğunda; bazı kadınların hayatlarını nisbeten etkilemediği durumlarla bile birçok kadın ciddi ağrı, emosyonel stress çekmekte, normal aktivitelerini zamanında yapamamakta ve hastalık dolayısıyla parasal ve ailesel problemler yaşamaktadır.

10 Mayıs 2013 Cuma

düzensiz kanama nedir

 Adet kanamalarının düzensiz olması kadınlarda nadir olmayan bir durumdur. Çoğu kez neden hormonal düzensizliklerdir. Bunlara disfonksiyonel kanama adı verilir. Bazı durumlarda ise organik nedenler adı verilen hastalıklar söz konusudur. Bu nedenlerin başlıcaları myomlar, polipler ve enfeksiyonlardır. Teşhiste öncelikle iyi bir öykü alınması, ardından detaylı bir ultrasonografi yapılması gerekir. Ultrasonografide rahim iç zarı kalınlığı, rahimde olabilecek kitleler, yumurtalık kistleri dikkatle değerlendirilir. Hormonal nedenlerden şüphelenilen durumlarda detaylı hormonal inceleme yapılması uygundur. Hipofiz bezi-Tiroid bezi-Böbreküstü bezi-yumurtalıklar değerlendirilmeli, FSH-LH-E2-Progesteron-TSH-T3-T4-Prolaktin-Testesteron-17hidroksiProgesteron-DHEAS hormonlarından gerekli olduğu düşünülenler baktırılmalıdır. Adet düzensizliği olan genç kadınlarda sadece izlem yeterlidir. Uygun koşullarda, bazen hormonal tedavi de gündeme gelebilir. Ancak kanamanın aşırı olması, kan düşüklüğüne neden olması veya uzun sürmesi halinde teşhis kürtajı yapılması uygundur. Bu işlemin bir diğer faydası kanamaya kaynak olan rahim iç zarı kürtaj ile temizlendiği için kanamanın işlemden hemen sonra durması veya lekelenme şekline dönüşmesidir. İleri yaşlarda olan kanamalarda ise teşhis kürtajının daha sık kullanılması uygundur. Bu yaşlarda polip, myom görülme sıklığı artmıştır. Rahim iç zar kalınlığında artış olması bu tür hastalıkların görülme olasılığını arttırır. Alınan parça raporundaki tanıya göre, yapılmış olan tedavinin yeterli olup olmadığına karar verilir.

DIŞ ORGANLARDA SİVİLCE

Dış genital organlarda oluşan sivilce olarak tanımlanabilecek kabarıklıkların en sık görülen nedenleri şunlardır: Kıl kökü iltihabı: Ciltte bulunan bakteriler nedendir. Antibiotikler ve apsenin boşaltılması gereklidir. Kondilomlar: HPV virüsü etkendir. Genellikle sivri-keskin köşeli yapıdadırlar. Hızla yayılabilirler. Rahim ağzında da yerleşebilirler. Bazı tipleri kötü huylu olabilir.Lokal kremler veya solusyonlar hafif lezyonlarda ekilidir. Yaygın lezyonlarda ise cerrahi olark çıkartılmaları uygundur. Bistüri veya LEEP adı verilen işlemle tedavi edilirler. Herpes döküntüsü: Herpes virüs Tip II etkendir. Çok ağrılı içi sıvı dolu kabarcıklar şeklindedir. Bölgesel krem veya ağızdan alınan haplarla tedavi edilirler. Bu hastalıkların önemli bir bölümü bulaşıcıdır. Cinsel ilişki bulaşmada en önemli nedendir. Bunun dışında hijyenik olmayan havuz-banyo gibi ortamlar, ortak eşya kullanımı da nedenler arasında sayılabilir

kadınlarda aşırı tüylenme

Aşırı tüylenme tanımının objektif bir kriteri yoktur. Irklara, coğrafik bölgeye, ailesel yapıya göre tüy yoğunluğu ve rengi farklılıklar gösterebilir. Bacaklar ve kollarda tüylerin varlığı bir dereceye kadar kabul edilebilirken, özellikle karın ve yüz bölgesinde artan tüylenme rahatsız edici olabilir. Tüylenmenin hormonal faktörlere bağlı olup olmadığını araştırmak için hipofiz bezi, yumurtalık, tiroid bezi, böbreküstü bezi hormon düzeyleri incelenir. Bunlarda olan artışlar bu bezlerin normalden fazla büyümesi veya tümörlerine bağlı olabilir. Bu durumda tanıyı kesinleştimek için ultrasonografi, MR, Tomografi gibi yöntemlerden yararlanmak gerekebilir. İlgili organda mevcut olan patolojiye uygun ilaç tedavisi veya cerrahi girişimde bulunulur. Yumurtalıkları ilgilendiren ve en sık rastlanan nedenlerden biri Polikistik Over Sendromu’dur. Polikistik over sendromunda medikal tedavi ön planda olup cerrahi müdahale ilaç tedavisine yanıt alınamayan durumlarda seçilebilir. Herhangi bir hormonal bozukluk saptanamadığında epilasyon ve benzeri estetik çözümler uygulanabilir.

9 Mayıs 2013 Perşembe

GEBELİĞİN OLUŞMA MA SEBEPLERİ 3

YUMURTLAMA SORUNLARI Yumurtalıklardan yumurtanın atılması aşamasındaki sorunlar bu grup içindedir. Normalde her ay bir yumurtanın kanallar içine atlması beklenir. Genellikle bu durum adetin ilk gününden itibaren sayılacak olursa 28 günde bir düzenli adet gören kişilerde 13-14. günlerde gerçekleşir. Adeti daha sık veya daha seyrek gören kişilerde yumurtlama günü biraz öne veya arkaya kayar. Adet dzensizliği olan kişilerde yumurtlamanın hiç olmayabileceği de hatırlanmalıdır. Tanısı: Yumurtlama gerçekleşip gerçekleşmediğini anlamak için farklı yöntemler olmasına rağmen hiçbiri kesin değildir. Genellikle en basit yöntem yumurtlamanın ultrasonografik olarak izlendiği ve follikülometri adı verilen yöntemdir. Özellikle adetin 12-14. günlerine kadar izlenen yumurtların 18-20 mm’ye kadar büyümesi beklenir. Bu aşamadan sonra sıvı dolu yumurtanın görüntüsünde olan değişiklikler sıvı kesesinin içindeki yumurtanın atıldığının işaretidir. Bu değişiklikler klasik siyah-beyaz ultrasonografi veya renkli Doppler ultrasonografi ile anlaşılabilir. Yumurta 14. güne kadar çok az gelişiyorsa veya hiç gelişmiyorsa yumurtlamanın olmadığından bahsedilir. Bu durumda yumurtlamayı uyarıcı ilaçların verilmesi gereklidir. Tedavisi: Yumurtlamanın uyarılması ve zamanında gerçekleşmesi için farklı ilaçlar kullanılabilir. Bunların içinde birinci aşamada Klomifen Sitrat (Gonaphene) ve HCG (Pregnyl, Profasi) kombinasyonu kullanılır. Bu tedaviye 3-6 arasında devam edilir. Yaklaşık 18-20 mm follikül elde edildikten sonra Pregnyl ile ovulasyon tetiklenir. Yaklaşık 36 saat sonra yumurtanın atılması beklenir. Ovulasyonun genellikle herhangi bir belirtisi yoktur, bazen hafif bir kasık ağrısı ovulasyon işareti olabilir. Genellikle 1 yumurta elde edilen bu yöntem ile % 5 uygulamada aşırı yumurtalık cevabına bağlı hiperstimülasyon adı verilen yumurtalıkların aşırı büyümesi ve kistleşme olması tablosuna rastlanır. Bu aşırı uyarılma durumu genellikle hafif şekildedir ve 1-2 aylık bir dinlenme dönemi sonra yumurtalıklar normale döner. Bu yöntem ile sonuç alınamadığında ikinci aşamada rekombinant teknoloji ile elde edilmiş olan FSH (Puregon-Gonal F) tedavisi devreye girer. Bu ilacın etkinliği Klomifen Sitrat’a göre daha yüksektir. Genellikle birden fazla yumurta elde edilir. Doz ayaralaması dikkatli yapılmalıdır. Buna rağmen hiperstimülasyon riski % 25’lere kadar çıkabilir. Yumurta gelişimi tamamlanınca HCG ile ovulasyon tetiklenir. Bu ygulamaya ardışık olarak veya aralıklı olarak 3-6 dönem devam edilebilir. Yumurtlamayı etkileyen diğer sorunlar Bazen diğer hormonal sistemlerde olan sorunlar yumurtlamayı olumsuz etkileyebilir. Bunların arasında Hiperprolaktinemi (Prolaktin hormonu yüksekliği), guatr ile birlikte olan veya olmayan hipertiroidi veya hipotiroidi, şeker hastalığı veya bunun hafif bir şekli olan insülin direnci önde gelen nedenlerdir. Bu tanıların konulmuş olması halinde öncelikle bunlara yönelik olan uygun hormonal tedavinin verilmesi gereklidir.Bu ilaçalr devamlı olarak kullanılması gereken ilaçlardır. Bazen bu tedavi tek başına etkili olarak yumurtlamayı başlatabilir veya düzene sokabilir. İlaçların etkisi genellikle ilk aylardan sonra başlayacaktır. Tek başına yeterli olmadığı durumlarda yukarıda bahsedilmiş olan ovulasyonu sağlayıcı ilaçlar tedaviye eklenmelidir.

GEBELİĞİN OLUŞMA MA SEBEPLERİ 2

TÜPLERDE TIKANIKLIK Her ay yumurtalıklardan atılan yumurtaların tüp şeklindeki kanallardan geçip rahime ulaşması gereklidir. Bu geçişin sağlık bir şekilde olabilmesi için kanalların açık olması yanında çevredeki karın zarı, rahim veya barsaklar ile yapışık olmaması gerekir. Tüplerde tınaıklığüın en önemli nedeni kasık bölgesinde önceden geçirilmiş olan iltihaplardır. Bunun yanısıra geçirilmiş operasyonlardan sonr da yapışıklıklar oluşmuş olabilir. Tanısı: Rahim filmi olarak bilinen Histerosalpingografi (HSG) veya laparoskopi ile konulur. Tıkanıklık tam veya kısmi olabilir. Kanalların çevreye olan yapışıklıkları HSG ile görülemez, bunun saptanabilmesi sadece laparoskopi ile mümkündür. Tedavisi: * Mikrocerrahi yöntemle kanalların açılması: Bu operasyon hastanede genel narkoz koşullarında mikrocerrahi aletleri ile yapılır. Kanalların açılması her zaman için tam olarak gerçekleşemeyebilir. Açılan kanallarda genellikle tekrar tıkanmalar gelişir. * Tüp bebek uygulamaları: İlk tüp bebek uygulamaları kanalı tıkalı olan annelerdeki sorunu aşmak amacıyla yapılmıştır. Yumurta ve sperm tüplerin dışında karşı karşıya getirildiğinden kanalın açlımasına gerek yoktur.

GEBELİĞİN OLUŞMA MA SEBEPLERİ

SPERM AZLIĞI Normalde sperm yapımı buluğ çağında başlar ve çoğu kişide ölünceye kadar devam eder. Çeşitli doğuştan olan genetik ve diğer nedenler, veya sonradan geçirilmiş olan hastalıkların testis adı verilen erkek yumurtalıklarını etkilemesi sonucunda sperm sayısı çok düşmüş olabilir. Buluğ çağında geçirilmiş olan kabakulak veya yumurtalıkların etrafındaki toplarrdamarların genişlemesi olarak tanımlanabilecek varikosel en çok bilinen nedenlerdir. Tanı: Sperm sayımında elde edilmesi istenen asgari sayı milimetreküpte 20 milyondur. Dünya Sağlık Örgütü tarafından belirlenen asgari kriterler şu şekildedir: Hacim: Sayı: Hareketlilik: Kruger kriterleri:Tedavi: * Varikosel varlığında operasyonla bu damarların bağlanması işlemi gerçekleştirilir. Etkinliği sınırlıdır veya hiç yoktur. * Sperm sayısını arttırıcı bazı vitaminler veya ilaçlar önerilmekteyse de etkinlikleri şüphelidir. *10-20 milyon arasındaki sperm sayımlarında aşılama olarak bilinen “intrauterin inseminasyon” uygulaması önerilir. Genellikle 3 aylık bir uygulama önerilir. Bu uygulamada eşin spermleri laboratuarda besleyici bir sıvı ile yıkanır tedavi eden doktorun muayenehanesinde özelllikle bu işlem için yapılmış plastik ince bir boru ile rahim içine verilir. İşlem genellikle yumurta geliştirici ve atılımını sağlayıcı ilaçların verilmesinden sonraki saatler içinde yapılır. Günümüzde en etkin tedavi tüp bebek olarak bilinen uygulamalardır. Bunların içinde ICSI, TESE,TESA olarak bilinen yöntemeler tercih edilir. ICSI: tek bir spermin tek bir yumurta içine özel bir iğne yardımı ile sokulması işlemidir.

RAHİM SORUNLARI

Rahimde yapısal veya hormonal sorunlar söz konusudur. Nisbeten az rastlanılan bir faktördür. Rahimde şekilsel bozukluklar veya myom ve polip gibi oluşumlar mevcut olabilir. Bu patolojiler rahmin içine döllenmiş yumurtanın yerleşmesini ve sağlıklı bir şekilde beslenertek gelişmesini önler. Bazen gebeliğin oluşumuna engel olurken çoğu kez bebeğin gelişimini engelleyici olarak işlev görürler. Tanısı: Rahim iç duvarlarını Histerosalpingografi (HSG), Sonohisterografi (SHG) veya Histeroskopi ile göstermek mümkündür. Bu yöntemlerin kendilerine göre avantaj ve dezavantajları mevcuttur. Tedavisi: Rahim içinde mevcut patolojilerin tedavisinde en iyi yöntem histeroskopik operasyondur. Genel anestezi altında ve ameliyathanede rahim içine girilerek myom veya polip gibi kitleler çıkartılır veya rahim için yapışıklıkları açılır.

7 Mayıs 2013 Salı

Gebelikte Bulantı Kusma


Hamileliğin ilk aylarında, bulantı ve kusma sorunları fazlalaştığında ve yapılan tedavilere yanıtvermediği durumlarda, aynı belirtileriyle kendini gösteren başka hastalıklar için de araştırma ve tahlil yaptırılmalıdır.
 
Gebeliğin altıncı haftasından sonra, bulantıyla birlikte görülen kusma.jpgkusma, hamilelerin sıklıkla karşılaştığı bir durumdur. Hamilelerin 100′de 80’inde görülenbulantı ve kusmalar gebeliğin sekizinci haftasında maksimum seviyeye ulaşır. Ve epey sıkıntı verir. 8. haftadan sonra sonra azalmaya başlayan bulantı ve kusmalargebeliğin 14. haftasında hemen hemen biter
 
Bulantı ve kusmalar, ciddi bazı sorunlara yol açtığı takdirde vücudun diğer organlarında oluşabilecek bazı rahatsızlıkların habercisi olabilir. Hamilelerin aşırı ve uzun süren bulantı ve kusma şikayetleri, hormonal değişimlerden ziyade mide ve sindirim organlarının, migren, böbrek taşı, sinir ve denge sistemi gibi çeşitli hastalıklardan da kaynaklanıyor olabilir. Genel olarak peptik ülser, safra kesesi taşı ya da kolesistit, pankreatit, piyelonefrit ve hipertiroid de sayılabilir.
 
Gebelikte Bulantı ve Kusmalar Nereye Kadar Normal?
 
Gebelik süresince mide bulantılarının sebebine henüz bilimsel nitelikte bir açıklama getirilemediği için için tamamen ortadan kaldıracak bir tedavisel yöntemden de bahsedilememektedir. Genelen olarak saha saatlerinde görülmekle birlikte, gebelikdeki hormonal değişimlerin sindirim sistemi üzerinde yaptığı olumsuz etki uzmanların birleştiği ortak noktadır. Ayrıca kanda betahcg (B-HCG) ve östrojen hormonlarının yüksek oranda bulunduğu ikiz – çoğul gebeliklerve üzüm gebelikler de bulantı ve kusma şikayetleri daha yoğun hissedilmektedir.
 
Aşırı gebelik kusması
 
Buraya kadar anlattıklarımız bir sorun olarak görülmeyen, hatta hamileliğin neredeyse olmazsa olmazlarından olan bulantı ve kusmaydı. Ancak tüm gebeliklerin1000 ( bin)de 4’ünde görülen ve Hyperemesis Gravidarum yani,gebelikte çok şiddetli bulantı ve kusma, durumu var ki, kesinlikle tedavi edilmesi gereken hastalıktır.
 
Hyperemesis Gravidarum, her hamile kadında normal olarak seyreden, bulantı ve kusmalardan farklı bir biçimde, bütün gün devam eden, aşırı şiddetli seyreden ve kendiliğinden düzelmeyen bir tablo sergiler. Kusma ve bulantılar fazlalaştğında vücutta doku ve hücre içi suyunun azalması meydana gelir ve tüm vücut sistemleri ciddi şekilde olumsuz etkilenir. Sonucunda ise acil tedavi gerektiren önemli ve ihmal edilmemesi gereken bir gebelik komplikasyonu haline gelir.
 
Aşırı bulantı ve kusmalar sonrası vücudun sıvı ve mineral kaybı fazlalaşacağından dolayı sıvı ve elektrolit dengesi bozulan gebeleri önemli sorunlar bekler. Kalbte ve iç organlarda fonksiyonlarını düzenli sürdürülmesi, tüm kasların düzenli kasılmaları için sıvı-elektrolik dengesi önemli olduğundan yoğun ve çok fazla gebelik kusmalarında geciktirilmeden tıbbi müdahale edilmelidir.
 
Hyperemesis Gravidarum sonucu, ani ve aşırı kilo kaybı, kan potasyum düzeyinin azalması, vücudun karaciğer fonksiyonlarında düzensizlik ve kan pH sinin alkaliye kaymasına kadar neden olabilen ağır hiperemesis gravidarum tablosu, ancak yatarak tıbbi tedaviyle düzelir.
 
Kusma ve bulantılar, şiddeti artarak devam ediyor ve kesilmiyorsa bunun tespiti için idrarda keton miktarı ölçülmelidir. Kontrol altına alınamaz, idrardaki keton miktarı fazlalaşır ise hasta acilen hastaneye yatırılmalıdır.
 
Hyperemesis tedavisi
 
Hiperemesis gravidarum (aşırı kusma ve bulantı) durumlarında hasta bir an önce hastaneye yatırılır ve tedaviye başlanır. Ağızdan beslenme tamamen kesilerek, kan biokimyası ve elektrolit düzeylerindeki dengesizlikler değişik serum kombinasyonları ile düzeltilmeye çalışılır. Yine hastaya, eksilen sodyum, potasyum gibi mineraller ile glikoz, B vitamini takviyesi yapılır.
 
Kusma engelleyici ilaçlar ile sıvı kaybı minumum seviyeye getirilmeye çalışılır.
 
Kardiyoloji, iç hastalıkları, gastroenteroloji ve psikiyatriden hastanın tedavisinde yardım alınır.
 
Bu arada aşırı kusmaya yol açabilecek diğer muhtemel hastalıkların (peptik ülser, safra kesesi taşı ya da kolesistit, pankreatit, piyelonefrit ve hipertiroid) da incelenmesi yapılır.
 
Hyperemesis’in gebeliğin devamı üzerindeki etkisi
 
Hiperemesis gravidarumbebek üzerinde herhangi bir olumsuz etkisi olmayan bir hastalıktır. Ancak çok nadiren de olsa, ciddi durumlarda, anne adayının hayatını kurtarmak için gebeliğin sonlandırılması gerekebilir. Aşırı kusmaların görüldüğü erken yaş hamileliklerinde, bebeğin düşük riskinin azaldığına dair gözlemler, bilimsel olarak kanıtlanmamış olsa da, kimi araştırmalar bu kanıyı destekliyor. Bazı araştırmacılara göre, bebeğin dışarıdan gelebilecek tehlikelere karşı anne adayının vücudunun geliştirdiği savunma mekanizması ve psikolojik faktörler, Hiperemesis gravidarum nedeni olarak gösteriliyor.
 
Aşırı kusmalarda diğer hastalıklar da taranmalı
 
Bu rahatsızlığı yaşayan gebelerde, 1. trimester sonunda devam eden ya da 2. trimesterde yeni başlayan bulantı ve kusmalar da aynı belirtiler iye kendini gösteren diğer hastalıkların taramasının yapılması gerekir.
 
Nadir olarak görülen bu hastalıklar düşük bir ihtimalle gebeliklerde en önemlileri;mol gebelik, karaciğer iltihabı, pankreas iltihabı, safra kesesi taşı, safra kesesi iltihabı, mide ve oniki parmak barsağı ülseri, zatürre,tiroid bezinin aşırı çalışması, over kistinin boğulması, sindirim sistemi tıkanmaları, insüline bağımlı diabet hastalığı başlangıcı ve beyin tümörleri olabilir.

Çoğul Gebelikler ve Yan Etkileri

İnfertilite tedavilerinin amacı, sağlıklı tek bir çocuk dünyaya getirmektir. Üreme problemi olan çiftlere önerilen tedavi seçeneklerinin hepsinde, çoğul gebelik oluşma riski yüksektir. Ne varki, birçok çift, çoğul gebeliklere özenirler ve bunun anne ve bebek sağlığına getireceği riskleri bilmezler. ÇOĞUL GEBELİĞİN; FETÜS VE YENİDOĞAN A OLASI YAN ETKİLERİ 1-Erken doğum ikiz gebeliklerin % 50 sinde,üçüz gebeliklerin %90 ında ve dördüz gebeliklerin hemen hepsinde rastlanan bir durumdur. 2-Tek gebeliklere oranla, ikizler yedi kere ve üçüzler yirmi kere daha fazla olarak hayatlarının ilk ayında ölürler. 3-Erken doğan,yani prematüre bebek, büyük oranda solunum problemleri, iç kanama, beyin felci,körlük, düşük tartı, ve doğum sırasında ölüm risklerinide beraberinde getirir.Solunum yetmezliği ,yenidoğan ölümlerinin %50 sinde etkilidir. 4-Anne karnında gelişim geriliği, bir veya birkaç fetüsun ölümü, düşük ve doğumsal anomalilere sıkça rastlanır. 5-Doğum tartısı 1 kg dan az olan bebeklerde, yaşam boyu sakatlıklarıngörülme sıklığı,% 25 in üzerindedir. ANNEYE YAN ETKİLERİ 1-Preeklampsi veya diğer adıyla, gebeliğe bağlı yüksek tansiyon, üç ile beş kez daha sıklıkla görülür. 2-Laboratuar tetkikleri, yatak istirahati veya hastanede bakım çok sık rastlanır. 3-Plasenta anomalileri oluşmaya eğilimlidir. 4-Gebelik Diabeti, kansızlık, amnion sıvısında azalma sıklıkla görülür. 5-Sezaryen ameliyatı sıklıkla ikizler için ve genel olarak üçüz doğanlar için gerekli olur. DİĞER KOMPLİKASYONLAR 1-Çoğul gebelikler daha fazla halsizlik,anemi,yorgunluk,kilo artışı,çarpıntı, uykusuzluk, mali sorunlar, depresyon ve evlilik sorunlarına yol açar. 2-Çoğul gebeliklerde,fetüs azaltma işlemi,anne sağlığı ve diğer bebeklerin yaşamını kurtarmak için önerilebilir.Fakat fetüs sayısındaki azalmanın, yukarıda saydığımız yan etkileri ne oranda engellediği henüz açık değildir.Bu işem önerilen hastalara danışmanlık verilmelidir. ÇOĞUL GEBELİKTEN KORUNMA 1-İnfertilite tedavisi sırasında, ilaç kullanımında dikkatli olmak. 2-IVF sırasında, transfer edilen embrioların sayısını azaltmak.Fazla sayıda embrio transferi,sağlıklı doğum şansını çok fazla artırmamakla birlikte, kesinlikle çoğul gebelik riskini artırmaktadır. Bu konuyla ilgili resmi Amerikan Derneklerinin yayınladıkları son kitapçıkta,transfer edilmesi gereken embrio sayısı, kadının yaşı, embrio kalitesi ve bazı kriterler gözönüne alınarak belirtilmiştir.

Çoğul Gebelikler ve Riskleri

Çoğul gebelikler karşısında duyulan korku ve hayranlık belki de insanlık tarihi kadar eskidir. Her dönemde, çoğul gebeliklerdeki bebek sayısı arttıkça duyulan ilginin dereceside artmaktadır. Özellikle son zamanlarda kısırlık tedavilerinin ve bu tedavilerde kullanılan ilaçların etkisi ile ikiz ve daha fazla sayıda bebek taşıyan gebeliklerin görülme sıklığında belirgin bir artış vardır. Bu artış çoğul gebeliklere olan merakı arttırmakla birlikte eskiden nadir görülen bir olay artık sıradanlaşmaya başlamıştır. Medyatik kişilerin yardımcı üreme teknikleri sayesinde çoğul gebelikler yaşamaları ve bu bebekleri dünyaya getirmeleri ise ülkemizde bu gebelik şeklini daha iyi anlatma gereksinimini doğurmuştur. İkizler, tek yumurta ikizleri (monozigot) ve çift yumurta ikizleri (dizigot) olarak ikiye ayrılır. Monozigotlara "eş", dizigotlara "fraternal" adı da verilmektedir. Dizigot ikizler kısırlık tedavisinde olduğu gibi aynı adet döneminde birden fazla sayıda yumurta hücresinin atılması ve bunların birden fazla sperm ile döllenmesi sonucu oluşurlar. Genetik olarak aslında ikiz değillerdir. Sadece aralarında yaş farkı bulunmayan kardeşlerdir.Monozigot ikizler ise döllenmiş yumurtanın ikiye ayrılması ile oluşurlar. Eğer bölünme döllenmeden sonra ilk 72 saat içinde olursa bu durumda iki bebek, iki amniyon zarı ve iki plasenta olur (diamniyotik, dikoriyonik). 4-8 günler arası gerçekleşen bölünmelerde iki bebek, iki amniyon ve tek plasenta olur (diamniyotik monokoriyonik), çünkü bu dönemde plasenta oluşmuştur. En çok görülen ikiz gebelik türü budur. 8. gün olan bölünmeler iki bebek, tek bir amniyon ve tek bir plasenta meydana getirirler (monoamniyotik monokoriyonik). Bu dönemden sonra olan bölünmelerin sonucu ise yapışık ikizler gelişir (Siyam ikizleri).Yardımcı üreme tekniklerinde ise döllenen birden fazal sayıda yumurta hücresi rahim içine bırakıldığından bu bebekler çift yumurta ikizidirler. İkizlerin 1/3ü monozitotik, 2/3ü dizigotik yani çift yumurta ikizleridir. Bazı çoğul gebelikelerde ise bebeklerden bazıları monozigotik bazıları ise dizigotiktir. Örneğin beşiz bir gebelikte bebeklerden ikisi gerçek ikiz yani monozigotik, diğer üçü ise polizigotik olarak bulunmuştur. Yani burada 4 yumurta hücresi 4 sperm tarafından döllenmiş ve dördüz bir gebelik oluşmuştur. Daha sonra ise bu gebeliklerden bir tanesi bölünmüş ve sonuçta 5 bebek dünyaya gelmiştir. İkizlerin tek yumurta yada çift yumurta olduklarını ayırt etmek için bazı prensipler vardır. 1. Monokoriyonik ikizler yani tek bir plasentası olan ikizler her zaman tek yumurta ikizidir. 2. Cinsiyetleri farklı olan ikizler her zaman çift yumurta ikizidir. 3. İki plasenta olan ikizler her zaman çift yumurta değildir. 4. İki plasentası olan ve cinsiyeti aynı olan ikizlerin zigositesini anlamak için tetkik yapmak gerekir. Kendiliğinden olan (kısırlık tedavisine bağlı olmayan) ikiz gebeliklerin görülme sıklığına baktığımızda monozigot yani tek yumurta ikizlerinin tüm ırklarda ve toplumlarda aşağı yukarı aynı olduğunu ve her 1000 doğumda 3-5 oranında olduğunu görürüz. Oysa dizigotik yani ayrı yumurta ikizleri Japonyada 1000 doğumda bir görülürken, Nijeryanın bazı bölgelerinde 1000 doğumda 50 sıklığına kadar çıkmaktadır. Bu görünüm bize dizigot ikizlik üzerinde genetik faktörlerin rolü olduğunu gösterir. Gerçekten de ırk, genetik, anne yaşı, gebelik sayısı, hormon dengesi ve kısırlık ilaçlarının kullanımı bu ikizlik türünü direk olarak etkiler. Dizigotik ikizlerin sadece %30u farklı cinsiyettedir. %70 vakada ise her iki bebekte aynı cinstendir. Üçüz ya da daha fazla gebeliklerde aynı mekanizmalarla oluşur. Eş üçüzlerde döllenen yumurta önce ikiye bölünür daha sonra ise yeni embryolardan biri tekrar ikiye bölünür. Bu şekilde üçüz, dördüz vb olabilir. Dünyada bilinen rapor edilmiş 19 eş dördüz vakası mevcuttur. Tanı İkiz gebeliklerin tanısı güç değildir. Rahim büyüklüğünün beklenenden büyük olması, m uayenede birden fazla sayıda fetusa ait kısımların ele gelmesi çoğul gebeliği düşündürür. Ancak çoğul gebeliğin kesin tanısı ultrason ile konur. Son adet tarihinden itibaren 6. haftada rahim içerisinde iki gebelik kesesi ayırdedilebilir. Ancak burada çok önemli bir nokta vardır. İkiz başlayan her gebelik ikiz doğumla sonuçlanmaz! Türkçeye kaybolan ikiz olarak tercime edebileceğimiz "vanishing twin" deyimi bu gibi durumları ifade eder. Çok erken dönemde iki kese hatta iki fetus saptanmasına rağmen daha sonraki kontrollerde fetus sayısının bire indiği durumlar nadir değildir. Değişik yayınlarda bu oran %13-78 arasında bildirilmektedir. Bu nedenle erken dönemde ikiz olarak saptanan gebelikler sık ultrason tetkikleri ile değerlendirilmeli ve anormal bir durum erken dönemde saptanmalıdır. İkiz olarak başlayan bir gebelikte bebeklerden birinin kaybolmasını engellmek için yapılabilecek herhangi bir tedavi ya da korunma yöntemi yoktur. Riskler Çoğul gebelikler riskli gebelik sınıfında incelenir. Çünkü bu tür gebelikler hem anne hem de bebekler için birtakım sorunları da beraberinde taşıyabilir. Çoğul gebeliklerde salgınalan hormon miktarı fazla olduğundan bulantı ve kusmalar daha fazla görülür Gebeliğe bağlı dülusyonel anemi daha derin olur.Kan plazma hacmi tekil gebeliklere göre %10-20 daha fazla artar. Buna bağlı olarak kalp yükü de tekil gebeliklere göre daha fazla olur. Çoğul gebeliklerde annenin besin ihtiyacı tekil gebeliklere göre 300 kalori/gün daha fazladır. Çoğul gebeliklerde erken doğum riski daha fazladır. Buna bağlı olarak prematürite nedeni ile doğum sırasında ve doğumdan sonra deneyimli tıbbi ekip gerektirir. Bebek sayısı arttıkça doğum zamanı da erkene gelmektedir. Yapılan bir çalışmada bebek sayısı ile ilgili olarak ortalama gebelik süresi şu şekilde bulunmuştur 1 Fetus - 40 Hafta 2 Fetus - 36-1/2 Hafta 3 Fetus - 33 Hafta 4 Fetus - 29-1/2 Hafta 5 Fetus - 26 Hafta Erken doğum ve düşük riski nedeni ile bu gebelerde fiziksel aktivite kısıtlamaı uygun olur. Bu tür gebelerin 28-30. haftalardan sonra çalışma hayatına veda etmeleri yararlı olur. Çoğul gebeliklerde gebeliğe bağlı hipertansiyon (preeklempsi ve eklempsi) daha sık görülür. Bu artışın nedeni ise bilinmemektedir. Yapılan çalışmalarda preeklempsiye çoğul gebeliklerde tekil gebeliklere göre 3 ile 5 misli fazla rastlandığı, hastalığın daha erken dönemde ortaya çıktığı ve daha şiddetli seyrettiği saptanmıştır. Plasenta anomalileri, plasenta previa ve abrubtio plasentaya daha sık rastlanır. Her iki kesede yada birinde amniyon mayii fazla olabilir (polihidramniyos) Fetal duruş bozukluğu olma ihtimali daha yüksektir. Buna bağlı olarak zor doğum sıklığı fazladır. Rahimin fazla gerilmesi nedeni ile doğum sonrası atoni ve kanama riski daha yüksektir. Bebekler arasındaki damarlanma nedeni ile bir bebekte fazla kan diğerinde ise kanlanma azlığı olabilir. Buna bağlı olarak bebeklerden biri büyük diğeri ise küçük olabilir. Bu duruma ikizden ikize transfizyon sendromu adı verilir. Çoğul gebeliklerde konjenital anomali riski daha yüksektir. Doğum Şekli Üçüz, dördüz vb gibi çoğul gebeliklerde tercih edilecek doğu şekli sezaryen iken ikiz gebelikelrde hala daha fikir birliği yoktur. Kimi yazarlar vakit kaybetmeden sezaryen yapılması gerektiğini savunurken bazı yazarlar ise her türlü tedbir alındıktan sonra normal doğum denenebileceğini ileri sürmektedirler. İkiz gebelikerde mutlak sezaryen gerektiren durumlar vardır. Bunlar Monoamniyoktik ikizler Yapışık ikizler İkizlerden birinin ayak gelişi olması Plasenta bozuklukları Makat geliş Bebeklerin kiloları arasında %20'den fazla fark olması Bebeklerin 1500 gramdan küçük olması 800-1500 gram arasındaki bebeklerde yaşama şansı düşük olduğu için normal yoldan doğurtulması gerektiğini savunanlar vardır. Oysa günümüzde ülkemizdeki bazı merkezlerde bile 600 gram civarındaki bebekler yo ğun ba kım şartları ile yaşatılabilmektedir. Bu nedenle ben bu tür bebekleri lan anne adaylarının mutlaka sezaryene alınması gerektiği fikrini savunuyorum. Yine başka bir tartışma konusu ise ilk bebeğin baş geliş ikinci bebeğin makat geliş olduğu durumlardır. Burada bazı yazarlar ilk bebek normal doğurtulduktan sonra ikinci bebek için sezaryen yapılmasını önermektedirler. Kanımca bu da son derece anlamsız bir yaklaşımdır ve gereksizdir. Bu durumun tek bir istisnası olabilir. Çok erken bir gebelikte eğer ilk bebek doğduktan sonra ikinci bebek doğurtulmadan beklenebilecek ise normal doğum yapılabilir. Literatürde, dünyada ve ülkemizde bu tür doğumlar mevcuttur. Çoğul gebelikler ister ikiz, iser üçüz, isterse daha fazla olsun her durumda riskli gebeliker sınıfında incelenir. Bu tür gebeliklerin sonlandırılmasında benim tercihim her zaman sezaryen yönündedir. Tüm gebeliği risk altında geçiren anne ve bebekleri daha fazla riske sokmaya gerek yoktur.

Uçak ile Seyahat Ederken Nelere Dikkat Edilmeli ?

Uçak ile seyahat ederken nelere dikkat edilmeli ?
Hamilelik tek başına kanın pıhtılaşmaya olan eğilimini arttıran bir durumdur. Uçak yolculukları sırasında uzun süre hareketsiz kalmak hamile olmayan kişilerde bile kanın bacak damarları içinde pıhtılaşması ve bu pıhtının yerinden koparak akciğer, beyin gibi hayati organlara giden kan akımını tıkamasına neden olabilir. Tromboembolik olay adı verilen bu durum nadir görülse de hayatı tehdit eden bir tablo oluşturması açısından önemlidir.
İngiliz Kraliyet Obstetrisyen ve Jinekologlar Koleji (RCOG) 2001 yılında yayınladığı rehberde havayolu ile seyahat etmeyi planlayan hamile kadınların tromboemboli risklerini azaltmaları için bazı önerilerde bulunmaktadır. Uzun süre hareketsiz kalmamak ve yeterli sıvı almanın dışında bazı durumlarda riski en aza indirmek için varis çoraplarının giyilmesi de önerilmektedir.
Bu öneriler hamileliğin başından doğum sonrası 6. haftanın (lohusalığın) sonuna kadar tüm hamile kadınlar için geçerlidir. Ancak gebelik dışında yaş, geçirilmiş tromboemboli öyküsü, aile öyküsü, preeklampsi, büyük bacak varisleri gibi ek risk faktörleri varlığında ek öneriler bulunmaktadır.
 
3 saatten kısa uçuşlar
3 saatten uzun uçuşlar
Gebelik dışında ek risk faktörü olmayan gebeler
• Bacak egzersizleri yapın
• Uçuş sırasında hareket edin uçak içinde dolaşın
• Bol sıvı almaya özen gösterin
• Alkol ve kafain alımını en alt düzeyde tutun
Kısa süreli uçuşlardaki önerilere ek olarak
Diz altı varis çorabı giyin
Ek risk faktörleri varlığında
Düşük risk grubundaki önerilere ek olarak
Diz altı varis çorabı giyin
Yukarıdaki önerilere ek olarak
• Uçuş günü ve takip eden günde düşük dozlu heparin enjeksiyonu ya da
• Uçuştan 3 gün öncesinden başlayarak uçuş günü de dahil olmak üzere günde 1 kez 75 miligram aspirin alın

Normal Doğum mu, Sezeryan mı ?

Normal doğum mu, sezeryan mı ? ** Kadınlar normal doğumu mu yoksa sezaryeni mi tercih etmeli? Normal doğum yapmalarına engel bir durum yoksa normal doğumu. ** Normal doğum, sezaryene göre daha mı iyi? Şöyle bir yanlış inanış var: Normal doğum anne için iyidir, sezaryen bebek için iyidir... Bu kabul edilemeyecek bir şey. Bazı koşullarda normal doğum anne için çok zararlıdır ve sezaryen yapılması gerekir. Ama koşullar iyiyse normal doğum anne için elbette iyidir. Normal doğumda annenin iyileşme süreci çok daha hızlıdır. Karın içine girilmesi gerekmediği için, buna bağlı bir takım komplikasyonlar ortaya çıkmaz. Hastanede kalış süreci kısadır. Anne hastaneden daha çabuk çıkar, normal işine ve normal hayatına daha çabuk döner. Bebek için ise, eğer her şey yolunda gidiyorsa, normal doğumda hiçbir problem yaşanmaz. Sezaryen ancak gerektiği taktirde yapılmalıdır. ** Türkiye'de sezaryen oranlarının pek çok batı ülkesine göre yüksek olduğu belirtiliyor.Türkiye'de doktorlar (veya hastaneler) normal doğum yaptırmak istemiyor mu? Türkiye'de sezaryen oranı yükseliyor. Özel hastanelerde sezaryen oranı yüzde 100'e yakın. Devlet ve üniversite hastanelerinde de hayli yüksek bir oran söz konusu. Oysa gelişmiş Kuzey Amerika'da bu oran yüzde 23 civarında. Avrupa'da yaklaşık yüzde 15 ile 20 arasında. İrlanda'da ise bu oran yüzde 8. ülkemizdeki artışta iki faktör söz konusu: Hasta ve doktor. İyi eğitilmemiş, normal doğumun ne olduğunu bilmeyen, kulaktan dolma bazı bilgilerle hareket eden ve bir takım korkular edinmiş kadını, normal doğuma yönlendirmek zor oluyor. Çevresindeki arkadaşlarının neredeyse tamamının sezaryenle doğurduğunu, sezaryenin ne kadar kolay, ne kadar rahat' olduğunu dinleyen kadın, koşullanmış olarak doktor karşısına çıkıyor. Doğru sanılan bir dizi yanlış da toplumda mit olarak yayılıyor; Normal doğumun ağrısı çekilir mi, normal doğum yaparsan her tarafın yırtılır, gelecekte organların sarkar, seks yapmaktan zevk almayacaksın' gibi yanlış bilgilerle de hastalar giderek normal doğumdan uzaklaştırılıyorlar. Kadın hastalıkları ve doğum uzmanları da bu konuda dürüst davranmaları gerekmektedir. ** Normal doğumun avantajları - dezavantajları neler? Adı üstünde normal bir süreç olması, doğum bittiği an her şey bitmesi, komplikasyon görülme oranının çok düşük olması, doğum ağrılarının epidural anesteziyle giderilebilmesi, annenin iyileşme sürecinin çok daha hızlı olması, hastane de kalış süresinin kısalığı, annenin normal hayatına daha çabuk dönmesi normal doğumun avantajlarıdır. Dezavantajı olarak sayılabilecek organ sarkmaları ancak yüzde bir iki kadardır ve sezaryene kıyasla çok daha basit bir operasyonla düzeltilebilir. ** Sezaryenin avantajları - dezavantajları nelerdir? Operasyon gerektirmesi, az da olsa enfeksiyon ve kanama riski olması, kanama nedeniyle anneye kan verilmesi gerekebilmesi, doğuma kıyasla ağrıların daha uzun sürmesi, yara yerinin iyileşmesinin uzun zaman alması, gaz çıkartma sorunları, annenin normal hayatına geri dönmesinin bir hafta alması sezaryenin dezavantajları arasında sayılabilir. Avantajı normal doğumun mümkün olmadığı bazı durumlarda anne ve bebek için hayat kurtarıcı olabilmesidir. ** Normal doğum ve sezaryeni süre olarak karşılaştırabilir misiniz? Normal doğum süreci başlangıcından itibaren ortalama 10 saat civarında sürse de ağrılı olan kısmı son saatleridir ve epidural analjezi ile etkin şekilde giderilir. Bebeğin çıktığı doğumun ikinci evresinin 15 – 30 dakika arasında sonlanması gerekir. Sezaryen operasyonu da yaklaşık olarak 30 dakika ila bir saat arasında sürer. Doğum sonrasını göz önüne aldığımızda normal doğum sonrası ağrılar ve nekahet dönemi hemen sonlanırken sezaryen sonrası karın duvarındaki kesi nedeniyle daha uzun süre ağrı olur ve günlük hayat dönme süresi daha uzun süredir. ** Sezaryenle doğurmanın bebeğe yansıması nasıl olur? Sezaryen yapılmasını gerektiren bir durum yoksa sezaryenin bebeğe ilave bir faydası olduğu söylenemez, hatta yeni doğanın geçici takipnesi dediğimiz anne karnındayken akciğerlerde biriken sıvının doğum kanalından geçerken atılmamış olması sebebiyle oluşan geçici hızlı solunum ihtiyacı sezaryenle doğan bebeklerde daha sık görülmektedir. ** Bir kadının normal doğum yapmasını engelleyen faktörler nelerdir? Normal doğuma engel olan nedenler anne ya da bebeğe bağlı olabilir. Bebeğe bağlı olanları şöyle sıralayabiliriz: Bebeğin ters duruşu, makat pozisyonuyla gelmesi ya da yan yatıyor olması. Doğum ağrıları sırasında bebeğin kalp seslerinde bozulma olup, bebekte oksijensizlik belirtilerinin ortaya çıkması, bebeğin çok iri olup annenin doğum kanalından geçememesi. Anneye ait faktörlerse şunlar: Doğumsal kalça çıkığı nedeniyle deformitesi olan anneler, aktif herpes enfeksiyonu olanlar, AIDS gibi hastalıkları olanlar. Bir de plasentanın bebeğin çıkış yerine yerleşmiş olması, yani bebeğin çıkmasına engel yaratması gibi anne ve bebeğe ait olan engeller vardır. Bu durumlardan hiçbiri olmayan, gebeliği tamamen normal seyretmiş bir annede; bebek çok aşırı büyük değilse ve annenin doğum kanalı yeterliyse, normal doğum yapmanın hiçbir zararı yoktur. ** Normal doğum ve sezaryenin doğum sonrası kadına yansıması nasıldır? Doğum sonrası ağrılar açısından tabii ki normal doğum daha rahat. Çünkü, doğum bittiği anda, hemen hemen her şey bitiyor. Sezaryende ise yara yerinin iyileşmesi süreci söz konusu. Birkaç gün sürebilen gaz çıkartma sorunları var. Tabii şunu da söylemek gerekir, bugün özellikle ameliyathane ve anestezi koşullarının eskiye göre gelişmiş olması, sezaryenlerde de hastaların çok daha rahat olmasını sağlıyor. Hastalar çok çabuk iyileşiyorlar. Normal doğum sonrası da sezeryan sonrası da doğumdan 2 gün sonrasında hastalar taburcu olabilmektedirler. Hastaların pek çoğu birinci hafta sonuna doğru normal hayatlarına geri dönebiliyorlar. Yine de sezaryenin, normal doğuma oranla taşıdığı enfeksiyon ve kanama riskini dikkate almak gerekir. Doğum, kadının anatomisini az da olsa bozabilen bir şey. Ama her kadında bir miktar değişiklikler yaratıyor. Göğüsleri bir miktar sarkıyor, karnı genişliyor, karın hiçbir zaman eski sertliğini almıyor. Ancak, bunlar olağan ve 100 normal doğum yapmış kadının, sadece 1-2'sinde ameliyata gerek olabilecek organ sarkmaları görülebiliyor. Normal doğumun sonucu olarak vajen, hiç doğum yapmamış bir kadına göre daha geniş olarak kalıyor. Rahim tamamen küçülür eski haline döner, ama vajen eskiye göre daha büyük kalacaktır. Ancak, doğum yapmış kadınların daha sonraki seksüel yaşamlarında seks yapmaktan daha az zevk aldıklarını gösteren hiçbir çalışma yoktur. Kaldı ki, eğer kadında vajen genişlemesi sorun yaratıyorsa, basit bir operasyonla düzeltilmesi de gayet kolaydır. Bütün bu bilgiler, dış genital organlarda sarkıklık endişesi ile vajinal doğumdan uzaklaşılmaması gerektiğini ortaya koymaktadır.

Gebelik Sırasında Enfeksiyonlar

Gebelik sırasında enfeksiyonlar
Bu grup enfeksiyonlar (TORCH) gebelikte geçirildikleri takdirde bebek kayıplarına ve sakatlıklara yol açabilen hastalıklar grubudur.

T: Toksoplasmozis

: Others(“diğerleri”; örneğin Varicella Zoster (suçiçeği) ve HPV

R:Rubella (kızamıkçık)

C: Citomegalovirus

H: Herpes virus

TOKSOPLASMOZİS 
Toksoplasma gondii adlı parazitin sebep olduğu bulaşıcı hastalıktır. Bağışıklık sistemi sağlıklı olanlarda ve gebe olmayan insanlarda bu enfeksiyon hafif grip benzeri şikayetler oluşturan sessiz bir hastalıktır ve çoğu zaman hastalığın geçirildiği fark edilmez. Türkiye’de yapılan çeşitli araştırmalarda üreme çağındaki kadınların %14’ünün bu hastalığı geçirmiş yani bağışıklığa sahip olduğu saptanmıştır. Hastalığa sebep olan parazitin 3 formu vardır.

1) Takizoit: hızlı çoğalan formu

2) Doku kisti: sessiz formu

3) Ookist: sadece kedilerin sindirim sisteminde yaşayabilen formu

Prensip olarak 3 şekilde insana bulaşabilir. En sık bulaşma şekli yeterince pişirilmemiş et ürünleri ile doku kisti formunun bulaşmasıdır. İkinci bulaşma yolu ise parazit ile enfekte olmuş eti yiyen kedilerin dışkısıyla atılan ookist formuyla kirlenmiş toprakla temas eden iyi yıkanmamış sebze ve meyvelerdir. Ookist formu uygun koşullarda 1 yıla yakın bulaşıcı olarak kalabilir. Üçüncü buluşma yolu ise annenin gebeliği sırasında toksoplasmozis geçirmesi ile plasentadan bebeğe hastalık geçmesidir. Evden dışarı salınmayan ve çiğ et yedirilmeyen ev kedilerinden bulaşma olmaz. Kediler tüylerini temizleyen hayvanlardır ve dışkıları tüylerinde bulunmaz. Dolayısıyla kediye dokunmak ile bulaşma olması mümkün değildir.

Toksoplasmozis bir kere geçirilir ve hayat boyu bağışıklık kazanılır. Dolayısıyla gebelikten önce bu hastalığı geçirmiş olanlarda hastalığı tekrar geçirmek mümkün değildir. Gebelik öncesinde Toksoplasmozise karşı oluşan antikorlardan Ig G tipi antikorun tespit edilmesi enfeksiyonun daha önce geçirildiğini gösterir. Ig G tipi antikor tespit edilmediği durumda kişi hastalığı geçirmemiştir. Dolayısıyla gebelik sırasında Toksoplazma parazitin bulaşma olasılığından korunmak için bir takım önlemler alınmalıdır.

• İyi pişmemiş et, çiğ et, iyi yıkandığından şüphe duyulan sebze ve meyve, pastörize olmamış süt tüketilmemelidir.

• Çiğ et ile temas edildikten sonra eller çok iyi yıkanmalıdır.

• Toprakla uğraşanlar mutlaka eldiven kullanmalıdırlar.

• Kedinizin evden çıkmasına izin vermeyin, çiğ et yedirmeyin.

• Kedinizin kumunu bir başka aile üyesinin değiştirmesini isteyin. Kedi kumu kabını 5 dakika kaynar suda bırakın böylece dezenfekte olacaktır. Eğer bu mümkün değilse mutlaka eldiven giyin ve sonrasında ellerinizi iyice yıkayın.

Gebelik sırasında geçirilen toksoplasmozis annede %90 şikayet oluşturmadan veya halsizlik kas ağrıları gibi sessiz şikayetlerle seyreder. Annenin aktif enfeksiyonu geçirdiği gebelik dönemine göre bebeğe bulaşma ve bebekte hasar oluşturma olasılığı değişir. Gebeliğin erken döneminde enfeksiyon geçirildiyse bebeğe bulaşma olasılığı düşük fakat bebek enfekte olursa hasar gelişme olasılığı fazladır. Gebeliğin son 3 ayında mikrop alındıysa %60 olasılıkla bebek toksoplasmozisli olarak doğacaktır. Bebeğe enfeksiyon bulaşacak olursa ultrasonda ventrikulomegali (beyin içi sıvı artışı), intrakranial kalsifikasyonlar (kafa içi kireçlenme), karaciğerde büyüme, asit (vücutta su toplama) izlenir. Sonuç olarak bebek rahim içindeyken kaybedilebilir, nörolojik (beyin ve sinir sistemi) anormallikleri ve körlük gelişebilir.

Tanı 

Fransa ve Avusturya gibi hastalık sıklığının yüksek olduğu ülkelerde bütün gebeler rutin olarak taranmaktadır. Ülkemizdeyse hastaneden hastaneye değişen uygulamalar vardır. Anne kanında Toksoplasma’ya karşı gelişen Ig G ve Ig M antikorları bakılır.

 Ig MIg G
Hastalık geçirilmemiş
(bağışıklık yok)
NegatifNegatif
Geçirilmiş hastalık ve bağışıklık varNegatifPozitif
Akut hastalıkPozitifNegatif
Akut hastalıkNegatif3 hafta arayla iki kez bakıldığında seviye 4 kat arttıysa veya ilk bakıldığında negatif ikinci bakıldığında pozitif ise

Tanı yukarıdaki tablodaki gibi ne yazık ki her zaman kolay olmaz. Şüpheli pozitif sonuçlar ile karşılaşılabilir. Ig M tipi antikorlar aktif enfeksiyon göstergesi olsa da bazen 1 yıla kadar pozitif kalabimektedir. Ig G avidite testi ile sonuçlar kombine edilebilir. Yüksek avidite hastalığın daha önceden geçirilmiş olduğunu göstererek aktif hastalığı dışlar. Annede aktif hastalık saptandığında bebeğe mikrobun bulaşıp bulaşmadığı ise amniosentezle alınan amnion sıvısında PCR yöntemiyle parazit DNA’sı aranarak anlaşılır.

Tedavi 

Annede enfeksiyon tespit edilir edilmez hemen spiramycin 3 gr başlanmalıdır. Bebekte enfeksiyon tespit edildiğinde ise tedaviye primetamin/sulfodiazin eklenir. Tedavi, enfeksiyonun anneden bebeğe bulaşmasını önlemez ama bebekte oluşabilecek sakatlıkların şiddetini azaltır. 26. gebelik haftasından önce bebeğe hastalığın bulaştığı ispatlanırsa aileyle gebeliği sonlandırma seçeneği tartışılmalıdır.

RUBELLA (KIZAMIKÇIK)

Damlacık yoluyla bulaşan viral döküntülü bir hastalıktır. 2-3 hafta kuluçka süresinden sonra hastada yüzden başlayıp sırasıyla gövdeye, kollara, bacaklara yayılan ve 3 gün içinde kaybolan döküntüler oluşur. Ateş, eklem ağrıları kulak arkası ve ensedeki lenf bezlerinde şişme ile karakterizedir. Çocuklarda ve erişkinlerde hafif seyirli bir hastalık olmasına rağmen gebelik sırasında geçirildiğinde bebek için tehlikeli olabilir. Doğumsal Rubella Hastalığında bebekte oluşan hastalıkları 3 başlıkta toplayabiliriz.

1. Göz: katarakt, retinopati, mikroftalmi (küçük gözler), glokom (körlükle sonuçlanabilir)

2. Kalp: kalpten çıkan ana damarlarda darlık, kalpte delik

3. Kulak: sağırlık

Gebenin kızamıkçıklı bir hastayla temas ettiğinden şüphe ediliyorsa öncelikli olarak Rubella Ig G bakılır. Ig G pozitifse hastalığı daha önce geçirmiş demektir. Eğer Ig G negatifse iki kez 3 hafta arayla Rubella IgM bakılıp negatif olduğu konfirme edilmelidir. Ig M negatifse hastaya mikrop bulaşmamış demektir ve endişe edilecek bir durum yoktur. Rubella Ig M pozitifse gebeye mikrop bulaşmış ve aktif hastalık geçiriyor demektir. Karar gebelik haftasına göre verilmelidir. Gebeliğin ilk 3 ayında mikrop alındıysa bebeğe bulaşma olasılığı yüksektir ve aileyle gebeliği sonlandırma seçeneği tartışılmalıdır. Gebeliğin geç dönemimde enfeksiyon geçiriliyorsa bebeğe bulaşma olasılığı düşüktür. Kordon kanında Rubella antikorları araştırılarak bebeğe hastalığın bulaşıp bulaşmadığı saptanabilir. Rubella ile enfekte doğan bebekler aylarca virüs yayabilir. Bu nedenle hastalık için riskli olanlardan (diğer yeni doğanlar, gebeler gibi) izole edilmelidir.

CMV 

CMV (sitomegalovirus) bir DNA virusudur. CMV vücut sıvılarında bulunur ve insandan insana yakın temas veya cinsel ilişki ile bulaşır. CMV ile enfekte olan insanların çoğunda şikayet olmazken ancak %15’lik kısmında grip benzeri boğaz ağrısı, ateş, eklem ağrısı, lenf bezlerinde büyüme gibi şikayetler olur. İlk bulaşmayı takiben virus latent (gizli) hale geçer ve periyodik olarak tekrar aktive olur. Erişkinlerin yaklaşık %85’i hastalığı daha önce geçirmiştir. Fakat hastalığın geçirilmiş olması hastalığın tekrar aktive olmasını veya kişinin yeniden enfekte olmasını ne yazık ki engellemez. Gebelik sırasında enfeksiyonu ilk kez geçirenlerde mükerrer kez enfeksiyonu geçirenlere kıyasla doğumsal sorunların ortaya çıkma olasılığı daha fazladır. Enfeksiyonun bebeğe bulaşması riski gebeliğin ilk yarısında daha yüksektir. CMV ‘ye bağlı düşük doğum ağırlığı, mental gerilik, sarılık, karaciğer ve dalakta büyüme, kanama problemleri, görme ve işitme sorunları gelişebilir. Annedeki CMV enfeksiyonunu veya bebeğe bulaşmasını önleyen bir tedavi yoktur. Tanıda CMV’e özel Ig M ve IgG tipi antikorlara bakılır ve sonuçlara göre Ig G avidite testi eklenir.

CMV Ig G negatif, Ig M negatif: CMV ile karşılaşmamış birey CMV Ig G pozitif, Ig M negatif, Ig G avidite yüksek: Gizli CMV enfeksiyonu . İleri araştırmaya gerek yoktur.

CMV Ig G pozitif, Ig M pozitif, Ig G aviditesi yüksek: Tekrar eden CMV enfeksiyonu. Sadece seri ultrason muyaneleri ile takip edilir.

CMV Ig G pozitif, Ig M pozitif, Ig G aviditesi düşük: İlk kez hastalık geçiriliyor anlamına gelir. Ultrason ile takip edilmesi ve amniosentezle amniotik sıvıda PCR yöntemiyle CMV araştırılması gereklidir.

Gebelik sırasında ilk kez CMV enfeksiyonu geçirdiği kanıtlanan hastalarda karar vermek zordur. Çünkü her ne kadar gebeliğin ilk yarısında geçirilen enfeksiyonun bebeğe bulaşıcılığı daha yüksek olsa da bebeklerin ciddi bir kısmı da normal olarak gelişir ve doğumsal sorunları olmaz. Ayrıca ilk kez hastalığın gebelik sırasında geçirilmesi durumunda oluşabilecek doğumsal hasarların şiddeti de kesin olarak tahmin edilemez.

CMV’den korunmak için aşı yoktur. Fakat bazı önlemler alınabilir. Temel hijyen kurallarına uyulması ve bunlar içinde özellikle en az 20 saniye sabunla ellerin yıkanması çok önemlidir. Enfeksiyon sıklıkla çocukluk çağında geçirilir ve enfeksiyonu henüz geçirmemiş olan erişkinlere virüs kreş ya da okul gibi toplu yerlerde virüsü alan 2-3 yaş grubu çocuklardan geçer. Vücut sıvılarıyla bulaşma olduğundan dolayı bu yaş grubu çocuğu olanların çocuklarıyla yiyecek içecek paylaşmaması önerilir. Anaokulu ve ilkokul çalışanlarının daha önce enfeksiyonu geçirmedilerse 2.5 yaş altı çocuklarla mümkün olduğunca temastan kaçınmaları önerilir.

HERPES 
Herpes simplex tip1 ve tip 2 olmak üzere iki çeşit herpes simplex virüs vardır. HSV tip 1 genital olan ve olmayan herpetik hastalıklardan tip 2 ise sadece genital herpetik hastalıklardan sorumludur. HSV tip I klasik olarak ağız ve dudak çevresindeki uçukların nedenidir. Virüs cinsel yolla (HSV tip 2) yada hastalık sırasında direkt yaraya temasla bulaşır. Virüsle bir kez bulaştıktan sonra kalıcı bağışıklık sağlanmaz. Virüs vücuttaki sinir köklerinde latent (gizli) döneme geçer ve ömür boyu vücutta kalır. Açıklanamayan bazı uyarılarla virüs aktive olup tekrar hastalığa neden olabilir.

Genital Herpes Enfeksiyonu 
Primer Enfeksiyon: İlk kez virus bulaştığında ortaya çıkan hastalıktır. Genellikle neden HSV tip 2’dir. HSV tip 2 bulaşan her hastada hastalık bulguları oluşmaz. Virusle temas etmiş insanların sadece 1/3’ünde klasik hastalık tablosu oluşur. Genital bölgede oluşan lezyonlar ağız çevresinde oluşan uçuklara benzer. Primer enfeksiyonda virusun alınmasından sonraki 3-6 gün içinde genital bölgede kırmızılık, kaşıntı başlayıp, ağrılı içi sıvı dolu ufak lezyonlara (vezikül) dönüşür. Kasıklardaki lenf bezleri boyutları oldukça artar ve ağrılı hale gelir. Veziküller açılır ve ağrılı açık yaralar oluşur. 2-4 hafta içinde bütün şikayetler ortadan kaybolur.

Reküren (tekrarlayan) enfeksiyon: Genellikle geçirilen ilk hastalıktan sonra oluşan alevlenmeler daha az şiddetlidir ve hafif şekilde atlatılır.

Bebeğe Herpes enfeksiyonu 3 şekilde geçebilir.

1) Bebek rahimdeyken plasenta aracılığı ile (%5)

2) Doğum sırasında (%85)

3) Doğum sonrasında (%10)

Erken gebelik döneminde ilk kez geçirilen herpes enfeksiyonunun yapılan araştırmalarda düşük riskini arttırmadığı bulunmuştur. Fakat gebeliğin ilerleyen dönemlerinde erken doğum riskini arttırdığı saptanmıştır. Gebelikte HSV kapılması nadir bir olay olduğundan yeni doğanda herpes enfeksiyonu sık karşılaşılan bir durum değildir. Gebelikte ilk kez herpes enfeksiyonu geçiriliyor olması daha sık yeni doğan herpesine neden olurken reküren (tekrarlayan) enfeksiyon geçiren gebelerde yeni doğan oldukça nadir olarak (%4-5) etkilenmiştir. Yeni doğanda herpes hastalığı 3 şekilde görülür. %45’inde deri, göz ve ağız (iyi seyirli), %30’unda merkezi sinir sistemi (kötü seyirli), %25’inde organ sistemleri (kötü seyirli) etkilenir. Yaygın organ tutulumu olmayan herpes hastalığı olanlar antiviral tedaviye iyi cevap verir. Fakat yaygın tutulum olan bebeklerde tedaviye rağmen hastalık %30 ölümle sonuçlanır ve yaşayanların da yarıya yakınında kalıcı hasarlar kalır. Gebelikte tekrarlayan genital herpes alevlenmeleri olan hastalara 36. haftadan itibaren doğuma kadar asiklovir verilerek hastalık baskılanır. Bu ilacın gebelikte kullanımı güvenlidir. Doğum eylemi başladığı sırada ya da annenin suyu geldiğinde genital bölgede yukarda bahsedilen yaralar yoksa normal doğum tercih edilmelidir. Fakat söz konusu zamanda herpetik lezyonlar izleniyorsa sezaryen ile doğum yapılması önerilir. Anne bebekten ayrılmamalıdır. Bebeğin annenin hastalığından etkilenip etkilenmediği araştırılmalıdır. Anne asiklovir kullanırken anne sütü vermesinde bir sakınca yoktur. Annenin en başta dikkatli el yıkamak olmak üzere temel hijyen kurallarına uyması doğum sonrası bebeğe hastalığın bulaşmasını önlemede esastır.

SUÇİÇEĞİ (VARICELLA ZOSTER) 

Hastalığın etkeni Herpes virus ailesinden varicella zoster’dir. Erişkinlerin %95’i enfeksiyonu geçirmiş ve bağışıktır. Enfeksiyona karşı bağışıklığı olmayan suçiçeği geçirmemiş ergenlerde ve erişkinlerde 2 doz olacak şekilde suçiçeği aşısı yapılması önerilir. Gebelerde bu aşı canlı virüs aşısı olduğundan uygulanması önerilmez. Suçiçeği geçiren bir hasta ile temas eden gebeye daha önce suçiçeği geçirmediyse 96 saat içinde varicella zoster immunglobulini yapılmalıdır. Anne hastalığı daha önce geçirip geçirmediğini bilmiyorsa kanda Varicella Ig G antikoruna bakılır. Gebeliği sırasında suçiçeği geçirildiği takdirde bulaşıcılık ve doğumsal varicella hastalığı bakımından özellikle 13–20. gebelik haftası risklidir. Doğumsal varicella hastalığında bebekte göz, beyin ve böbrek etkilenir. Cilt ve kemikte şekil bozuklukları gelişir. Gebeliğin son dönemlerinde annenin suçiçeği geçirmesi durumunda ise bebekte sadece suçiçeği döküntüleri olur. Eğer annede suçiçeği doğumdan önceki 5 gün içinde veya doğumdan sonraki 2 hafta içinde ortaya çıkarsa anneden bebeğe hastalıktan koruyacak olan antikorlar daha geçmemiş olduğundan bebeğe mutlaka varicella zoster immunglobulini yapılmalıdır.

GEBELİKTE HPV ENFEKSİYONU (KONDİLOMLAR) 

Sıklıkla HPV tip 6 ve 11dış genital siğillerden sorumlu virüslerdir. Gebelikte genital siğil tespit edildiğinde lezyonlar genellikle doğumdan sonra azalır veya yok olurlar. Dolayısıyla gebelikte genital siğillerin mutlaka tedavi edilmesi gerekmez. Gebelikte tedavide asetik asit, kriyoterapi veya lazer ablasyon kullanılabilir. Diğer tedavi yöntemleri bebeğe olumsuz etkileri olasılığı nedeniyle tercih edilmez. Doğum sırasında HPV’nin bebeğe bulaşması oldukça nadir görülür. Vajen içinde aktif siğilleri bulunan kadınlarda sezaryen ile doğum önerilmektedir.

6 Mayıs 2013 Pazartesi

Gebelikte Sık Görülen Hastalıklar ve İlaç Kullanımı

Gebelikte sık görülen hastalıklar ve ilaç kullanımı
SİNDİRİM SİSTEMİ HASTALIKLARI

Sindirim sistemi rahatsızlıklarıyla gebelikte sık karşılaşılır. Bulantı ve kusmalar hafif olabileceği gibi, kilo kaybı ile vücutta su ve elektrolit kaybına neden olabilecek kadar şiddetli de olabilir. Göğüste yanma ve ağza acı ekşi su gelmesi gibi şikâyetlerle karakterize olan reflü ise gebelikteki hormonal değişikliklere ve büyüyen karının oluşturduğu basınca bağlı yemek borusunun alt kısmında gevşeme ve midede asit salınımının artması sonucu gelişir.

GEBELİK BULANTI VE KUSMALARI

Bulantı ve kusma gebelerin %70-85 ini etkileyen bir durumdur. Bulantı-kusma gebelerin %2’sinde şiddetli hale gelebilir. Çoğul gebeliğin yanında, ailede veya önceki gebelikte şiddetli kusmaları olanlar risk grubundadır. Gün içi bulantı süresine, kusma sıklığına ve kilo kaybına göre durumun şiddeti değerlendirilir. Günde 6 saatten fazla bulantı hissi olan ve 5 kereden fazla kusan gebeler ileri tetkik ve değerlendirme için doktora başvurmalıdırlar.

Bulantı ve kusmanın tedavisi önlemle başlar. Gebe kalmadan önce multivitamin destek alan hastalarda bulantı ve tedavi gerektiren şiddette kusma daha nadir olarak izlenir. Sık ve az yemek, yağlı –baharatlı yiyeceklerden kaçınma, proteinli gıdalar tüketmek ve yatak başında kraker bulundurularak kalkmadan tüketilmesi şikâyetlerin azalmasını sağlar. Hafif-orta şiddetteki durumlarda B6 vitamini, metoklopramid (metpamid), trimetobenzamid (emedur) gibi ilaçlar kullanılabilir. Ağır vakaların hastaneye yatırarak tedavi edilmesi gerekebilir.

GEBELİK REFLÜSÜ 

Sadece yaşam tarzı değişiklikleri bile şikâyetlerin azalmasında etkili olmaktadır. Yastık sayısını artırmak, baharatlı yiyeceklerden, kahve ve çikolatadan kaçınmak, aşırı kilo almamaya dikkat etmek, yemeklerden hemen sonra yatmamak ve sık aralarla küçük öğünler yemek bu önlemlerden sayılabilir. Tüm bunlara rağmen şikâyetlerinde gerileme olmadığı takdirde doktor kontrolü altında aşağıdaki ilaçlar kullanılır.

1)Antiasitler

2) H2 reseptör antagonistler

i
Antiasitler

Bu tür ilaçlar magnezyum, alüminyum, kalsiyum, karbonat gibi metal tuzları içermektedir. Gaviscon, Rennie ,Talcid adlı ilaçların tablet ve süspansiyon formları bulunmaktadır. Yemeklerden sonra yaklaşık 30 dakika – 1 saat sonra ya da ağrı anında tablet emilir veya 1–2 ölçek süspansiyon içilir. Antiasitlerin gebelikte kullanımı güvenlidir fakat uzun süreli ve yüksek doz kullanımında metal tuzlarının birikimi söz konusu olduğundan dikkat edilmelidir.

H2 Reseptörler Antagonistleri

Antiasitlere cevap vermeyen inatçı reflü şikâyetleri olan hastalarda H2 reseptör antagonistleri kullanılır. Etkisi hızlı değildir. İlacın emilimi ve vücutta dağılımı için zamana ihtiyaç vardır. Famotidin (famodin), simetidin, ranitidin (ranitab, zantac) bu grup ilaçlardır. Gebelikte kullanımında, ilk trimesterde bile doğumsal anomali artışı tespit edilmemiştir. Bu grup ilaçlar plasentadan geçerler. Doktor kontrolünde kullanılmalıdırlar.

Proton pompa İnhibitörleri

Gebe olmayan hastalarda ülser, gastrit ve reflü tedavisinde kullanılır.Omeprazol (demeprazol), esomeprazol (nexium) ve lansoprazol(lansor) bu grup ilaçlara örnektir. Bebekte kalp , yüz, böbrek anomalilerine sebep olabilir. Her ne kadar fetusta anormallik yaptığı gösterilmemişse de genelde gebelikte kullanılması önerilmez.

KABIZLIK

Gebelikte kabızlık özellikle ilk ve 3. trimesterda daha fazla olmak üzere sık karşılaşılan bir durumdur. Gebelikte artan progesteron hormonu ince ve kalın barsak hareketlerini yavaşlatır. Bol sıvı almak, fiziksel aktiviteyi arttırmak, lifli gıdalarla beslenmek gebeleri kabızlıktan korur. Bunlara rağmen şikayetler devam edecek olursa kullanılabilinecek ilaçlar şöyledir.

Osmotik laksatifler : Laktuloz ( Duphalac, laktulak, osmolak, importal vb)

Sorbitol (kansilak, sabalaks lavman vb)

Katyonik laksatifler: magnesium hidroksit (Magnokal, magnesie calcinee, magcine)

Uyarıcı laksatifler: Bisakodil (laksotek, bekunis, bisakol, sekolaks)

GEBELİKTE DEPRESYON VE ANTİDEPRESAN KULLANIMI

Depresyon üreme çağındaki kadınlarda sık olarak rastlanır. Gebelerin de %10-20’sinde depresyon görülür. Destek gruplarına katılım, psikoterapi ve ilaç kullanımı tedavi seçenekleridir. Gebelik öncesi depresyon tanısı ile tedavi alan hastalarda kısmi cevap olur olmaz veya gebelik tespit edilir edilmez antidepresanların erken kesilmesi durumunda depresyonun tekrarlama olasılığı yüksektir. Fakat gebelik öncesi paroksetin ve venlafaksin grubu antidepresan başlanan hastalarda gebelik tespit edildiğinde bu ilaçlar kalp anomalisi riskini arttırdığı ve yenidoğanda yoksunluk sendromuna (bebekte titreme, mide -bağırsak problemleri, uyku bozuklukları ve tiz sesle ağlama) neden olabileceğinden kesilmeleri önerilir. Serotonin gerialım inhibitörlerinden fluoksetin (prozac, depreks, depset,florac, fulsac) gebelikte kullanımının bebek üzerine etkisi en fazla araştırılan depresyon ilacıdır. İlk trimesterde bile kullanımının bebek üzerine olumsuz etkilerinin olmadığı çalışmalarla kanıtlanmıştır. Sertralin, sitalopram, essitalopram gibi diğer serotonin gerialım inhibitörleri yeni kuşak ilaçlardır. Doğumsal anomalilerle ilişkili bulunmamışlardır fakat bu ilaçlar daha küçük ölçekli çalışmalarda incelenmişlerdir ve güvenirliliklerinin kanıtlanması için daha geniş çaplı araştırmalara ihtiyaç vardır.

GRİPAL ENFEKSİYONLAR VE SİNÜZİT

Grip ve sinuzit gebelikte sık karşılaşılan durumlardır. Asıl olan hastalıktan korunmaktır. Damlacık yoluyla havadan bulaşan bir hastalık olduğundan grip salgınları sırasında kapalı yerlerde uzun süre kalmamak önemlidir. Gebelik sırasında bağışıklık sistemi de etkilendiğinden hastalık her zamankinden daha uzun sürebilir. Grip sebebi viruslerdir ve antibiyotikler viruslere etki etmediklerinden kullanımı yararsızdır. Hastalık seyri sırasında şikayetleri azaltmak için bir takım önlemler alınabilinir.

• Sıvı alınımını artırmak. Taze sıkılmış meyve suları hem sıvı ihtiyacınızı karşılar hem de iştahınızın azalmasıyla oluşan besin açığının bir kısmını telafi eder.

• İştahınız azalmışsa kendinizi 3 büyük ana öğün yemeğe zorlamayın.Bunun yerine 6 küçük öğün yapın.

• Dinlenme zamanınızı arttırın.

• Yastıklarla sırtınızı yükseltmek nefes almanızı rahatlatıp, genize doğru olan akıntıyı da azaltacaktır.

Gribin oluşturduğu rahatsızlıkları azaltmak için ilaçlar da kullanılabilinir. İlacın kullanım yolu önemlidir. Ağız yoluyla alınan bir ilaca kıyasla burun spreyi veya damla olarak kullanımda bebeğe geçen ilaç miktarı çok daha az olacaktır. Bu nedenle mümkün olduğunca lokal etkili ilaçlar tercih edilmelidir.

• Burun tıkanıklığı için serum fizyolojik veya okyanus suyu spreyleri ve buğuseptil gebeliğin her ayında rahatlıkla kullanılır.

• Soğuk algınlığı, kırıklık, kas ağrıları ve hafif ateş için gebeliğin her ayında parasetamol (minoset, parol vb) içeren ilaçlar kullanılabilinir.

• Nezle için gebeliğin 3. ayından sonra psödoefedrin içeren (sudafed,eksofed, rinogest) ilaçlar kullanılabilinir.

• Nezle için kullanılan Otrivin ve illiadin gibi ilaçlarda damarları kasan maddeler olduğundan bunlar özellikle rahim içi gelişme geriliği riski olan gebeliklerde uterin arter (rahimi besleyen damar) kasılmasına neden olarak bebeğe giden oksijenin azalmasına neden olabilir. Sağlıklı gebeliklerde ise böyle bir etki görülmemiştir.

• Boğaz ağrısı için hafif tuzlu suyla gargara veya pastiller (strepsils, viks, bepantehene) kullanılabilinir.

Ateşinizi mutlaka günde en az bir kez takip edin. Ateşiniz 38 derecenin üzerine çıkarsa ve nefes darlığı, sarı-yeşil balgam çıkarma, göğüs ağrısı, yutkunmakta yemek yemenize engel olacak şekilde boğaz ağrısı gibi şikayetleriniz olursa mutlaka doktora başvurmalısınız.

Doğumu Kolaylaştıran Egzersizler

Şayet yüksek riskli bir gebelik dönemi geçirmiyorsanız ve her şey yolunda gidiyorsa doktorunuzdan da gerekli onayı aldıktan sonra düzenli egzersiz yapabilirsiniz. Üstelik bu sadece sizin açınızdan değil bebeğiniz için de oldukça faydalı. Hamilelik süresi boyunca alıştırma yapmayan kadınların rahatsızlıklarının arttığı görülür. Çünkü gün geçtikçe beden ağırlaşır ve yükü taşımak zor gelir. İyi bir alıştırma programı formunuzu korumanıza yardımcı olur ve hamileliğin ileri evrelerinde sizi daha güçlü kılar. İdeal egzersiz aerobik Bu alıştırma tarzı ritmik olduğundan, yineleyen hareketler kasların artan oksijen ihtiyacını karşılamaya yeter. Kalp ve ciğerleri hareketlendirir, elbette kasları ve eklemleri de. Bunların tümünün vücuda faydası olur. Özellikle oksijen üretimini ve kullanımını artırmaları, sizin ve bebeğiniz için olumlu bir durum. Aerobiğin sizin için tam bir alıştırma sayılması için en az 20 - 30 dakika uygulamanız gerekir. Aerobik alıştırmaları dolaşım içinde yarar. Oksijen taşınmasının hızlanması varis ve bacaklarda şişme riskini azaltırken bebeğin beslenmesini arttırır. Kasları güçlendirirler, böylece kabızlık ve sırt ağrılarını önler. Gebeliğin getirdiği ekstra yükü daha kolay taşımanızı sağlarlar. Bunun dışında dayanıklılığınızı arttırır ve doğuma daha kolay dayanmanızı sağlarlar. Kan şekerinizi kontrol eder, kalorileri yakar, fazla kilo almadan sizin ve bebeğinizin daha iyi beslenmesini yardımcı olurlar. Açlık hissinizi azalır ve daha iyi uyursunuz. Kendinizi iyi ve güvenli hissedersiniz. Sonuç olarak aerobik egzersizleri anne olmanızdaki bedensel ve duygusal zorluklarla daha iyi baş edebilmenizi sağlar. Rahatlama teknikleri Nefes alma ve yoğunlaşma egzersizleri vücudunuzla birlikte zihninizi de rahatlatır. Enerji toplamanıza yardımcı olur ve bir işe zihnen yoğunlaşmanızı sağlar. Vücudunuzu uyanık tutar ki tüm bunlar doğum anında size oldukça yardımcı olacak avantajlar. Rahatlama teknikleri düzenli beden hareketleri ile birlikte daha da etkili olur. Özellikle aktif alıştırmaların yasaklandığı riskli hamilelerde faydalı olur. Uygun bir alıştırma programı Başlangıç: Formunuzu korumaya başlamanın en iyi zamanı hamile kalmadan öncesidir. Fakat hiçbir zaman başlamak için geç değildir, dokuzuncu ayın son günlerinde olsanız bile. Yavaş bir başlangıç yapın: Bir alıştırma programına başlamaya karar verdiğinizde, hızlı bir başlangıç yapmayın. Bunlar kaslarınızın ağrımasına yol açar ve hevesiniz kaçar. 10 dakikalık ısınma hareketleri ile başlayın, daha sonra 5 dakika ağır hareketler yapın ve son aşamada 5 dakika rahatlama hareketleri uygulayın. Ağır hareketler sırasında kendinizi yorgun hissettiğiniz anda bırakın. Birkaç gün sonra vücudunuz alıştığında ve eskisi kadar yorulmuyorsanız ağır hareketlerin süresini uzatabilirsiniz. Her alıştırmaya ısınma hareketleri ile başlama: Her seferinde alıştırmalara başlamaya çok hevesli olduğunuzda ısınma hareketleri size sıkıcı gelebilir. Ama bu alıştırmanızın çok önemli bölümlerinden biridir. Isınma hareketleri kalp ve dolaşımın birden aşırı yüklenmesini engeller, kasların ve eklemlerin sakatlanma riskini azaltır. Koşmaya başlamadan önce yürümelisiniz, jimnastiğe başlamadan önce gerinme hareketlerini yapmalısınız ve yüzerken önce yavaş başlamalı gitgide hızlanmalısınız. Başladığınız kadar yavaş bitirin: Alıştırmaya aniden son vermek kaslarda kan kalmasına böylece bedenimizin başka bölümlerine ve bebeğinize yeterince kan pompalanamamasına neden olur. Baş dönmesi, fenalık hissi, fazladan kalp atışları (extrasistoller) ve bulantıya sebep olabilir. Bu nedenle alıştırmayı daha hafif egzersiz ile bitirmek gerekir. Koşudan sonra yaklaşık 5 dakika yürüme, yüzme sonrası suda oynama, hemen her faaliyetten sonra gerinme hareketleri faydalıdır. Yerde yaptığınız alıştırmalardan sonra yavaşça kalkarsanız baş dönmesi ve olası bir düşmeden korunmuş olursunuz. Saat önemli: Yetersiz alıştırma etkisiz olur. Fazlası da insanı serseme çevirir. Bütün alıştırma süresi ısınma hareketlerinin başlangıcından gevşemenin sonuna dek yarım ile bir saat arasında olmalı. Hamilelik öncesi hiç alıştırma yapmayan kadınlar, hamileliklerinde 20 - 30 dakika arasında egzersiz yapmalılar. Sürekli yapın: Arada bir yapılan alıştırma, örneğin bir hafta yapıp sonraki hafta yapmamak, size pek fayda sağlamaz. Oysa düzenli alıştırma, mesela haftada 3 - 4 kez, çok faydalı. Yorucu bir günün sonunda bitkinseniz kendinizi zorlamayın. Ama o gün sizi rahatlatacak gerinme ve ısınma hareketlerini uygulayın. Harcadığınız enerjiyi karşılayın: Hamilelik sırasında egzersizlerin en iyi yönü fazladan yiyebilecek olmanız. Zorlu bir alıştırmanın her yarım saati için 200 - 250 kalori harcarsınız. Bunuda fazla bir yiyecek olarak bebeğinize faydalı olacak bir şekilde alabilirsiniz. Harcadığınız sıvıyı yerine koyun: Ağır bir hareket sırasında terleme ile kaybettiğiniz sıvıyı karşılamak üzere her yarım saatte bir bardak su tüketmelisiniz. Sıcak havalarda aşırı terlemeniz varsa ihtiyacınız daha da artacağından alıştırma öncesinde, esnasında ve sonrasında sıvı alın. Grup ile çalışın: Hamileler için özel hazırlanmış bir alıştırma grubuna katılın. Tek başına alıştırma yapmaktansa, bu tür gruplar özellikle kendini disipline edemeyen kadınlar için çok faydalı. Destek ve karşılıklı yüreklendirme sağlar. Sürekli oturmayın: Hiç ara vermeden sürekli oturmak hiç akıllıca bir hareket değil. Birde hamileyseniz daha da kötü. Bu kanın ayak toplardamarlarınızda toplanmasına yol açar. Bu kan göllenmesi ayaklarda şişme ve varisler gibi sorunlara yol açar. En azından her bir saatte 5 - 10 dakika kalkıp bir yürüyüş yapın. Otururkende derin nefes alıp verin ve ayaklarınızı daha yükseğe koyup dinlendirin. Dikkat etmeniz gerekenler • Gebelik süresince ağır jimnastik çalışmaları yapmayın. • Kendinizi çok yoracak hareketlerden kaçınarak, binicilik kayak ve su kayağı gibi karnınıza zarar verecek sporlardan uzak durun • Gebelik süresince sırtınızı dik tutmaya ve sırtınıza fazla yük bindirmemeye dikkat edin. Ayrıca Dikkat Edilmesi Gereken Noktalar Egzersizler, bir doktor ya da sağlık uzmanı kontrolünde başlatılmalı ve sürdürülmeli. Eğer rahim ağzının darlığı gibi tıbbi sorunlar söz konusuysa egzersiz yapılmamalı. Aşırı şişmanlık, aşırı zayıflık, diyabet gibi durumlarda doktorun onayı olmadıkça egzersizlere başlanmamalı. Egzersiz yapmak, vücut ısısını artırdığından, çok sıcak günlerde, özellikle ateşiniz de varsa ara vermek yararlı olur. Hamilelik sırasında saunaya ya da hamama girilmemelidir.

5 Mayıs 2013 Pazar

Gebelikte Tarama Testleri

Gebelik sırasında Down Sendromu ve nöral tüp defektleri için yapılan testler genellikle gebeliğin 15-20. haftalarında yapılmaktadır. Bu tarama "üçlü test" adı verilen test ile yapılmaktadır. Ancak testin geç dönemde yapılması, sonuçlarının geç çıkması ve sonuç olarak anormal bir sonuç çıkması durumunda, gebelik sonlandırılması işleminin 20-22 hafta gibi geç bir döneme dek gelmesi hastalar açısından önemli bir dezavantaj oluşturmaktadır. Gebeliğin bu dönemde sonlandırılması hasta açısından önemli psikolojik sorunlara yol açabilmektedir. Ayrıca üçlü testin anomali saptama açısından duyarlılığının yüksek olmaması da ikinci önemli sorunu oluşturmaktadır. İkili Test Bu nedenle son zamanlarda Down sendromu taraması için gebeliğin daha erken bir döneminde, 11-14. haftalar arasında yapılan ve "ikili test" adı verilen bir test klinik olarak uygulanmaya başlamıştır. İkili test kısaca PAPP-A ve serbest b-hCG adı verilen iki hormonun kanda ölçülmesi ile yapılan bir risk oranına dayanmaktadır. İkili testin avantajları arasında gebeliğin daha erken bir döneminde yapılması ve anormal bir sonuç durumunda daha fazla tanısal test seçeneğinin (koryonik villus örneklemesi, erken veya geç amniosentez) olması, anomalili bebek durumunda ise gebelik sonlandırılmasının daha erken bir dönemde yapılabilmesidir. Ayrıca testin duyarlılığı üçlü test ile karşılaştırıldığında daha yüksek olarak rapor edilmektedir. Testin en önemli dezavantajı ise nöral tüp defektlerini saptayamamasıdır. Sadece ikili test yapılması durumunda Down Sendromu olan bebeklerin %60saptanabilmektedir. Aslında bu rakam üçlü test ile saptanan Down Sendromlu bebek sayısından farklı değildir, ancak ikili testte yalancı pozitif oranı daha düşüktür. Ayrıca ikili teste ek olarak ultrasonografide "ense kalınlığı" ölçümü ile bu oran %85-90lara ulaşmakta ve yalancı pozitiflik oranı % 5e düşmektedir. Nuchal Translucency (Ense Kalınlığı): Gebeliğin 11 hafta 1 gün ve 13 hafta 6 gün dönemi arasında ultrasonografik olarak yapılan ense kalınlığı ölçümü ile Down Sendromu olan bebeklerin % 60ı ve özellikle kalp anomalileri olmak üzere diğer bazı anomaliler saptan abil mektedir. Ense kalınlığı ölçümü ile ikili test sonuçlarının kombine edilmesi ile daha öncede belirttiğimiz gibi Down Sendromu olan bebeklerin %85-90 saptanabilmektedir. Burada en önemli sorun ense kalınlığı yapan hekimlerin belirli bir eğitimden ve yeterli deneyimden geçmelerinin gerekliliğidir. Sonuç olarak ikili test, ense kalınlığı ve gebenin yaşının kombine edilmesi ile bir risk verilmekte ve bu riskin 35 yaşındaki bir gebe için belirlenen riskten daha yüksek olması durumunda diğer tanısal işlemlere geçilmektedir. Üçlü Test Üçlü test anne kanında alfafetoprotein (AFP), b-hCG ve unkonjuge estradiol ölçümlerine dayanarak yapılan bir risk hesaplamasıdır. Burada ortaya çıkan risk 35 yaşındaki kadınlar için belirlenen riskten daha yüksek ise amniosentez önerilmektedir. Üçlü test ile ikili testten farklı olarak nöral tüp defektlerinin riskide belirlenebilmektedir. Genel olarak üçlü test ile Down Sendromu olan bebeklerin % 60ı, üçlü test ve ultrasonografide anomali taraması ile ise % 85i yakalanabilmektedir. Bazı çalışmalarda üçlü testte çalışılan hormonlardan b-hCGnin daha önemli olduğu gösterilmiştir. Son zamanlarda kanda üçlü teste ek olarak inhibin-A düzeylerine de bakılarak (Dörtlü-quadriple test) testin duyarlılığının arttığı gösterilmiştir. Tarama Testleri ile İlgili Olarak Sık Sorulan Sorular Hangi test daha iyi? Şu an için duyarlılık ve yalancı pozitif sonuçların daha az olması dolayısı ile ikili testin daha iyi olduğu söylenebilir. Son zamanlarda yayınlanan bir çalışmada Down Sendromu tarama testleri arasında yapılan bir karşılaştırmada en iyi test Ense kalınlığı+PAPP-A+dörtlü test kombinasyonu olarak yapılmıştır. Bu kombinasyonda Down sendromu saptama oranı %85 ve yalancı pozitiflik %0.8 olarak rapor edilmiştir. Ancak şu an için bu kadar geniş bir tarama önerilmemektedir. Hem ikili test, hem de üçlü test yapılmasına gerek var mıdır? Her iki test birlikte yapıldığında yalancı pozitif oranında bir azalma olduğu rapor edilmekle birlikte, tam tersine amniosentez oranında bir artmaya yol açacağı da öne sürülmektedir. Şu an için bu konu da henüz bir görüş birliği olmamakla birlikte sadece tek test yapılması görüşü ağırlık kazanmaktadır. İkili testte nöral tüp defektleri saptanmadığına göre başka bir teste gerek var mıdır? İkili test yapılan ve sonucu normal olan hastalarda gebeliğin 16-20. haftalarında alfafetoprotein düzeylerine bakılarak nöral tüp defekti riskine bakılmalıdır. İkili veya Üçlü test ikiz veya diğer çoğul gebeliklerde de aynı sonucu verebiliyor mu? Çoğul gebeliklerde testlerde kullanılan hormonlar için bir sınır değer belirlenemediği için testlerin yararlılığı oldukça sınırlıdır. Çoğul gebeliklerde Down sendromu taraması için şu anda en iyi test ense kalınlığı ölçümü olarak kabul edilmektedir. Test sonuçları anormal ise ne yapılmalıdır? Test sonuçları anormalse girişimsel tanı yöntemlerine geçilir. İkili test sonuçları anormalse koryon villus örneklemesi, erken amniosentez veya geç amniosentez yapılabilir. Üçlü test anormalse amniosentez yapılır. İkili veya üçlü testin anormal olması bebeğin anormal olduğunu göstermez. İkili testi anormal olduğu için amniosentez yapılan her 30 hastadan 1 tanesinde ve üçlü testi anormal olduğu için amniosentez yapılan her 40 kadından bir tanesinde sonuç gerçek pozitif olarak saptanmaktadır. Aslında bazı çalışmacılar üçlü testi anormal olan hastalarda ultrasonografik olarak bebek normal ise testte belirlenen riskin 2-3 kat azaldığını öne sürmekte ve amniosentez kararını yeni risk hesaplamasına göre vermektedir. 35 yaşından sonra testlere gerek var mıdır, direk amniosentez mi yapılmalıdır? A.B.Dde 35 yaşın üzerindeki annelere rutin olarak amniosentez önerilmektedir, ancak hasta bunu redetme hakkına sahiptir. Bizde kliniğimizde 35 yaşın üzerindeki bütün hastalara amniosentez öneriyoruz. Ancak bu konuda önde gelen İngilteredeki bir grup test sonuçları normal ve detaylı ultrasonografi sonuçları normal ise amniosentezi rutin olarak önermemektedir. Unutulmaması gereken test sonuçlarının ve detaylı ultrasonografi sonuçlarının normal olması Down Sendromunu %85-90 oranında ekarte etmektedir. Tüp Bebek Gebeliklerde Taramada Bir Farklılık Var mıdır? Tüp bebekte özellikle şiddetli erkek faktörü nedeniyle mikroenjeksiyon uygulanan hastalarda teorik olarak anomali oranının daha yüksek olması beklenir. Daha önce yayınlanan anomali oranında önemli bir farklılık rapor edilmemekle birlikte son çalışmalarda anomali oranında hafif bir artış olduğu görülmüştür. En azından teorik kaygıla rdan dolayı mikroenjeksiyon grubunda rutin koryon villus örneklemesi veya amniosentez gibi girişimsel tanı yöntemlerine başvurulması gerektiğini öne süren çalışmacılar bulunmaktadır. Ancak bu gebeliklerden uzun bir bekleme süresi sonunda elde edilmesi ve çiftlerin en küçük bir riski göz önüne almakta oldukça zorlanmaları nedeniyle bu testlerin rutin olarak yapılması son derece zordur. Bu nedenle bu hastalarda da normal gebeliklerde olduğu gibi kanda tarama testleri yapılmaktadır. Tüp bebek hastalarında kanda yapılan testlerde yalancı pozitiflik oranı daha yüksek olmakla birlikte girişimsel tanı yöntemlerine geçiş kriterleri açısından şu an için bir farklılık bulunmamaktadır. Bu testler dışında duyarlılığı kesin olan bir test var mıdır? Şu an için sonuçlar çok iyi olmamakla birlikte gebeliğin ilk üç ayında anne kanından elde edilen bebek hücrelerinden bebeğin kromozom yapısı belirlenebilmekte ve bu ilerisi için oldukça ümit verici görünmektedir.

Gebelik Dönemi ve Beslenme

Gebelik dönemi ve beslenme
Gebelik kadınlar için doğal fizyolojik bir olay olması kadar çok da özel bir dönemdir. Bu özel dönemde yeterli ve sağlıklı beslenmek hem anne, hem de bebek sağlığı için oldukça önem taşır. Gebelik dönemi beslenmesinde amaç bir taraftan bebeğin büyüme ve gelişimini sağlarken diğer taraftan da annenin fiziksel ihtiyaçlarının sağlayarak besin depolarını tamamlamak olmalıdır.

Gebelik döneminde beslenmenin gerektiği kadar olması ve her besin grubunun dengeli olarak alınması yeterlidir. "İki canlı olma" nedeni ile aşırı besin tüketiminin, bebeğin gelişimine bir faydası yoktur. Peki, bu durumda anne adayı hem bebeğinin, hem de kendisinin ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde hangi besin gruplarından günlük olarak ne kadar tüketmelidir? Bunun için besin gruplarını tanıyalım:

Besin gruplarından ilki büyüme ve gelişme için oldukça önem taşıyan proteinden zengin et grubudur. Bunun yanı sıra B vitaminleri demir ve çinkodan da oldukça zengin olan bu besin grubuna kümes hayvanları, balık, kırmızı et, kurubaklagil ve yumurta girmektedir. Kişisel gereksinimlerin değişeceği de göz önünde bulundurularak pratik bir öneri sunacak olursak; normal ağırlıkta ve normal fiziksel faaliyete sahip bir anne adayının günlük protein gereksinimine ek olarak 10 gr protein önerilir ki bu da tüketmesi gereken et grubuna gebelik döneminde 1-2 porsiyon ek yapması anlamına gelir ve bu miktar toplam olarak günlük 3-4 köfte büyüklüğünde ete, tavuğa, yumurtaya veya peynire denk gelmektedir. Alınan günlük proteinin, %60-70'inin vücutta tam kullanılabilir (yani bio yararlılığı yüksek) protein kaynağından alınması önerilir. Bunlar da hayvansal kaynaklı besinlerden sağlanabilir. Vejetaryen olan ve protein gereksinimlerinin büyük bir kısmını bitkisel kaynaklı besinlerden sağlayan anne adaylarına öğünlerinde mutlaka kaliteli protein kaynakları bulundurmaları önerilir. Bunun için kuru baklagiller, soya fasulyesi, soya sütü, tofu gibi gıdalar alınabilir.

Diğer bir besin grubu ise protein ve kalsiyumdan zengin olan süt ve süt ürünleridir. İskeletin oluşumunu sağlayan, kemik ve dişlerin yapısında yer alan kalsiyum, fosfor ve magnezyum gibi mineralleri içermeleri nedeniyle gebelik döneminde oldukça gereklidirler. Bu dönemde anneden bebeğe kalsiyum taşınır. Beslenmede yeterli kalsiyumun alınmaması gereksinimlerin artmasıyla beraber annenin kemiklerinden çekilerek kemiklerin zayıflamasına neden olur. Süt grubu besinlere süt, yoğurt, peynir ve ayran girmektedir. Günlük hayatta normal koşullarda kalsiyum ihtiyacımızın karşılanması için gerekli 2 su bardağı süt veya yoğurt ve ek olarak peynir tüketimimiz yeterli olurken gebelik döneminde bu miktarı yine kişisel gereksinimleri göz önünde tutarak 1 su bardağı kadar artırdığımızda günlük gereksinimiz karşılanmış olur.

Günlük enerji ihtiyacımızın çoğunu tahıllardan karşılarız. Ekmek, pirinç, makarna, bulgur, patates gibi besinler bu grubun içerisinde yer almaktadır. Kişiye bağlı olarak değişmekle beraber sağlıklı yetişkin bir kadın için günlük ortalama 8–10 porsiyon tüketilmesi gereken bu besin grubuna hamilelik döneminde 1–2 porsiyon ek yapılması bu dönemdeki gereksinimi karşılamak için yeterli olacaktır.

Vücudumuz için gerekli vitamin, mineral ve posa ihtiyacımızı karşılamaya yardımcı diğer iki grup ise sebze ve meyvelerdir. Bu besin gruplarından günlük minimum 5–6 porsiyon tüketilmesi gebelik döneminde ihtiyaçların karşılanması için yeterli olacaktır. Böylece gebelikte sıklıkla karşılaşılan kabızlık sorunu azalacak ve birçok sağlık sorunu yaratan aşırı kilo alımı engellenecektir.

Diğer bir gerekli besin grubu da yağlardır. Önemli olan yağları tüketirken uygun yağ asitlerini bir arada kullanmaya özen gösterilmelidir. Pratik bir öneri olarak haftada 2 kez balık tüketilmesi ile birlikte her gün bir miktar zeytinyağı ve buna eşit miktarda mısırözü, soya yağları veya az miktarda fındık, badem tüketilmesi bu yağ asitlerinin dengelenmesini sağlayacaktır.

ÖNEMLİ YAĞ ASİTLERİ VE KAYNAKLARI 

Omega 3: Ton balığı, somon, sardalye, uskumru, konola yağı

Omega 6:soya yağı, ay çiçek yağı, mısırözü yağı

Omega 9: fındık ve zeytinyağı, ceviz, fındık yağı

GEBELİKTE BAZI VİTAMİN VE MİNERALLERİN BESLENMEYLE ALINMASI 

Anne adaylarının özellikle yeterli almaları gereken bir vitamin olan folik asit B grubu vitaminlerindendir. Yetersizliğinde bebeğin gelişiminde olumsuz etkileri bilinen folik asitin bu dönemde günlük 400-800 mikrogram alınması tavsiye edilir. Folik asidin en iyi kaynağı, karaciğer, diğer organ etleri, yeşil yapraklı sebzeler, kuru baklagiller, tam buğday unu ve yağlı tohumlardır. Daha fazla folik asit alabilmek için normal beslenmemize 4 çorba kaşığı kurubaklagil veya 1 dilim tam buğday ekmeği veya 1 su bardağı portakal suyu veya 1 kase ıspanak salatası eklemek yeterli olacaktır.

FOLİK ASİT KAYNAKLARI mcg

Yarım kase haşlanmış ıspanak 130

Yarım kase kurubaklagil haşlama 125

Portakal suyu(1 bardak) 110

Tam buğday (1/4 kase) 80

Avokado 1/2 55

Yağsız süt (250 cc) 15

Kuru fıstık(30 gr) 40

Kıvırcık(125 gr) 40

Gebelik öncesi ve gebelik boyunca anne adaylarının besinleriyle veya ek olarak takviye edilmeleri gereken demir önemli bir mineraldir. Anne adaylarının demirden yeterli beslenmeleri bebeğin beyin gelişimini olumlu olarak etkileyeceği gibi sıklıkla görülen demir eksikliğine bağlı oluşabilecek kansızlığı da önemli ölçüde engeller. Gebelik döneminde kişisel farklılıklar da göz önünde bulundurmak kaydıyla günlük 25-27 mg demir almaları yeterli olacaktır. Demir yiyeceklerde iki formda bulunur.

Heme formunda demir: Et, balık, tavuk, hindi, yumurta gibi hayvansal gıdadan alınır. Vücut tarafından emilimi daha yüksektir. Heme formunda olmayan demir: Bitkisel kaynaklı demir içeren gıdalar bu formdaki demiri içerirler.

Demirin vücutta daha iyi emilebilmesi için bir C vitamini kaynağıyla beraber tüketilmesi tavsiye edilir. Bunun yanında kahve, çay gibi içeceklerdeki bazı bileşikler, baklagillerde bulunan fitik asit demirin emilimini azaltabilir. 

Doğumum Nasıl Olmalı ?



Normal doğum ve sezaryen hangi durumlarda yapılır? Doğum herhangi bir gerekçe yoksa normal yoldan olmalıdır. Halk arasında normal doğum olarak adlandırılan vajinal doğum kadınlara %75-80'inde rahat bir şekilde gerçekleşecektir. Geri kalan kısmında ise değişik nedenlerde dolayı sezaryen gerekecektir. Sezaryen nedenleri arasında anneye, bebeğe ve plasentaya (çocuğun eşi) ait nedenler sayılabilir. Daha önce sezaryen ile doğum yapmış olmak mutlak olmasa bile bir sezaryen endikasyonu sayılmaktadır. Sezaryen sonrası normal doğum da olabilir. Ancak rahimin doğum ağrıları başlamadan veya doğum ağrıları sırasında yırtılma riski vardır. Bu nedenle sezaryen sonrası normal doğum düşünen kadınlarda çok dikkatli bir takip gerekir. Anneye ait sezaryen nedenleri arasında kemik çatının (pelvisin) çok dar olması, doğumsal kalça çıkığı mevcudiyeti, herpes virus enfeksiyonu ve bazı sistemik hastalıklar sayılabilir. Annenin leğen kemiği ve bebeğin başı arasındaki uyumsuzluk (sefalopelvik disproporsiyon), doğum ağrılarının etkin olmasına rağmen bebek başının inmemesi (ilerlemeyen eylem), fetal distress diye adlandırılan ve bebeğe az kan ve oksijen gitmesi, bebeğin baş gelişi dışındaki diğer vücut bölgeleri ile gelmesi (makat gelişi ve yan duruşlar), plasentanın bebeğin çıkacağı rahim ağzını kapatması (plasenta previa), ve plasentanın erken ayrılması (plasental ablasyon) gibi durumlar ise bebeğe ve plasentaya ait sezaryen nedenlerini oluştururlar. Normal doğum ise yukarıda sayılan bu nedenlerin olmaması durumunda denenmelidir. Normal olarak planlanan her doğumun normal olarak bitmesi mümkün olmayabilir. Doğum süreci içinde bazı endikasyonlar ile sezaryen yapmak gerekebilir. Normal doğum için anne adayının gebeliği sürecinde iyi bir şekilde bilgilendirilmesi ve eğitilmesi gerekir. Ancak bu şekilde yersiz korkular ve endişeler giderilebilir. Normal doğum esnasında ağrının azaltılması amacı ile damardan ağrı kesiciler uygulanabileceği gibi epidural anaestezi de yapılabilir. Epidural anestezi ile yapılan doğumlarda anne çok az ağrı hisseder. Ancak epidural anestezi annenin ıkınma hissini azaltacağından bebeğin başının çıkarılması için forseps veya vakum gibi yardımcı yöntemlere gereksinim artabilir.

4 Mayıs 2013 Cumartesi

Doğumum Yaklaştı, Neler Yapmalıyım ?


Doğumum yaklaştı, neler yapmalıyım ? Normal doğum gebeliğin 38-42. haftaları arasında olur. Gebelerin %10'nunda ise daha erken gebelik haftalarında doğum başlayabilir. Sezaryen hastanın veya doktorun yönlendirilmesi ile yapılacak ise veya mükerrer adı verilen ve daha önce sezaryen ile doğum yapmış olan bir gebeye tekrar sezaryen yapılacaksa işlem 38-39. haftalar arasında planlanır. Gebeliğin son haftalarına doğru rahimde Braxton-Hicks kasılmaları adı verilen kasılmalar olur. Bu kasılmalar rahim ağzının yumuşaması için hazırlık kasılmalarıdır. Bazen sık ve ağrılı olabildikleri halde genelde düzensizdirler. Gebelerin bir kısmında son haftalarda halk arasında nişan atılması adı verilen rahim ağzındaki tıkacın atılması gerçekleşebilir. Bu çamaşırda kanlı ve sümüklü bir leke bırakır. Genellikle doğumun başlayacağının habercisidir. Doğumun habercileri kasılmaların düzenli olarak gelmesi veya su kesesinin açılmasıdır. Gerçek doğum ağrıları araları giderek sıklaşan ve belden kasıklara doğru gelen ağrılardır. Bu kasılmalara hafif bir vajinal kanama da eşlik edebilir. Kasılmalar 10 dakikada birin altına indiğinde hastaneye gitmekte yarar vardır. Su kesesinin açılması durumunda ise hemen hastaneye gidilmelidir. Gebeliğin son zamanlarında bebek hareketlerinde bir miktar azalma olması normaldir. Ancak hareketler belirgin olarak azalırsa veya bebek hiç hareket etmiyorsa mutlaka doktorunuza haber verin. Bebeğin hareketlerini takip etmenin en iyi zamanı akşam yemeğinden sonradır. Yemekten 30 dakika sonra sol yanınıza yatarak bebeğin tüm hareketlerini sayın. Eğer 2 saat içinde bebek 10 defadan az hareket ederse doktorunuza haber verin. Doğum için hastaneye giderken yanınıza kişisel eşyalarınızı alın. Bebeğiniz ile ilgili her türlü gereksinim hastane tarafından karşılanacaktır. Sadece taburcu olurken giydireceğiniz bir tulum almanız yeterli olacaktır. Sezaryen planlanmış gebeler bir gece önce saat 24:00 ten itibaren herhangi bir şey yememeli ve 03 00-04 00 den itibaren de bir şey içmemelidir.